Gönle sevinç veren tecellî ve hâdiseler karşısında râzı olup, buna mukâbil gam ve keder veren hâdiseler karşısında hoşnutsuzluk göstermek, kulluk âdâbıyla bağdaşmaz. İnsan, mânevî olgunluğun zirvesine varmadıkça, bu beşerî zaaftan kolay kolay kurtulamaz. Nefsini tezkiye edip “Râdıye” makâmına ulaştığında ise, ilâhî irâdenin hayır veya şer şeklinde tecellî eden bütün kazâ hükümlerine tereddütsüz teslîm olup rızâ gösterir, şikâyet ve sızlanmayı unutur. Böyleleri hakkındaki ilâhî müjde ne büyüktür:
“Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön. (Sâlih) kullarımın arasına katıl ve cennetime gir!” (el-Fecr, 27-30)
Saâdetin şaşmaz kâidesi; aklı vahye tâbî kılmak, kalbi güzel ahlâk ile tezyîn etmek ve bu sâyede hayâtın acı-tatlı sürprizlerine karşı rızâ gösterebilmektir. Yine gerçek saâdet, hayâtın med ve cezirlerini olduğu gibi kabul etmek, meşakkatlerine tahammül göstermek, yanlışların düzelmesi için gayret etmek, her şeyin güzel tarafını görmek, kahır içinde gizli lûtuflardan gâfil kalmayıp dâimâ Âlemlerin Rabbi’ne teslîm olmakla mümkündür.
Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurur:
“Senin iç dünyan bir misâfirhâne gibidir. Sevinçler de kederler de gelip geçicidir. Ne sevinçlere aldan, ne de gamları dert edin! Gamlar sürûruna mânî olursa üzülme! Çünkü gamlar, -sabredersen- senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır.”]
Cenâb-ı Hak cümlemizi, nefis ve iblisin hile ve tuzaklarını tanıyıp onlardan Rabbine sığınan; isyânı nefsine, itaati Rabbine gösteren; ne hâlde olursa olsun Hakk’a teslîmiyetin huzur ve saâdeti içinde yaşayan sâlih kullarından eylesin.
Âmîn!
Dipnotlar: 1. Bkz. Sa’lebî, Arâis, s. 391. 2. Hâdisenin tafsîlâtı için bkz. Tirmizî, Îman, 8; İbn-i Mâce, Fiten, 12. Hak Dostlarından Hikmetler -Lokman Hakîm (a.s.) 1- Ocak 2012 Sayı 311 -Lokman Hakîm (a.s.) 1-
Hikmetli nasihatleriyle destanlaşan Hazret-i Lokman (a.s.), zâhirî ve bâtınî hekimlerin pîridir. Rivâyetlere göre Eyyûb (a.s.) ile akrabâdır1 ve pek çok peygamberin hizmetinde bulunmuştur.
Lokman Hakîm, bir peygamber veya velîdir. Fakat İslâm âlimlerinin çoğu, onun peygamber değil, hikmet ve takvâ sahibi, tefekkür ehli, sâlih bir zât olduğu kanaatindedir.
Lokman (a.s.)’ın “hikmet” ehli olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’de kendi adıyla anılan sûrede şöyle beyân edilmektedir:
“Andolsun ki Biz Lokmân’a: «Allâh’a şükret!» diyerek hikmet verdik…” (Lokman, 12)
Hikmet; eşyânın hakîkatini ve esrârını idrâk edebilmektir. Hikmet, hakîkatleri idrâk husûsunda akla aczini kavratmaktır. Akılla kavranamayan nice sırlar, ancak hikmetle çözülür. Kâinattaki ilâhî tecellîler de hikmet nazarıyla okunabilir.

Eğer hikmet olmasaydı, sırlar kapalı kalırdı. Şâyet sırlar açılmasaydı, gönüller irfan ikliminden feyizlenemez; Hazret-i Mevlânâ, Abdülkâdir-i Geylânî, Yûnus Emre, Şâh-ı Nakşibend, Hüdâyî ve emsâli Hak dostları, yani mü’min gönüller için müstesnâ bir istikâmet ve takvâ miyârı olan büyük şahsiyetler yetişmezdi.
Hikmet pınarları, ancak tezkiye olmuş kalpte tecellî eder. Bu itibarla mü’min, hem Allâh’ın hem de Allah Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz’in tezkiyesi ve terbiyesi altında, iç âlemini mâsivâdan arındırabildiği, yani tezkiye edebildiği nisbette selîm bir kalbe nâil olur.
İlmin nihâî hedefi de, hikmette derinleşmektir. İlâhî sanatın; “Kur’ân, kâinat ve insan”da sergilediği sonsuz muammâlarını çözmektir. Her zerrede mevcut bulunan, ilâhî kudret ve azamet tecellîlerini idrâk edebilmektir.
Meselâ tıp bilgisi, Allâh’ın vücuda yerleştirdiği muazzam kâidelerle ilgilenir. Botanik de, topraktan biten nebâtâta konulan ilâhî kâideler etrafında faâliyet gösterir. Hikmet ise, bütün ilimlerin iştigâl ettiği kânun ve kâidelerin sahibini tanıyabilmekle meşgul olur. Çünkü ilmin gâyesi, bilgileri zihne istiflemek değil, o bilgilerin ötesindeki sır ve hikmetleri, kalbin idrâk edebilmesidir. Bu da, kalpte nûr-i ilâhînin tecellîsi ile mümkündür.
Allah Teâlâ buyurur:
“(Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (el-Bakara, 269)
Hakîkaten, ilim, irfan ve mânevî olgunluk neticesinde kula Rabbi tarafından lûtfedilen hikmet; söz, karar ve davranışlarda isâbet edebilme meziyetini de beraberinde getirir. Müfessir Zemahşerî, Lokman Hakîm’in hikmetlerine bir misâl sadedinde, şu ibretli hâdiseyi nakleder:
Bir gün Dâvud (a.s.), Lokman Hakîm’den bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça getirmesini istemişti. LokmanHakîm de ona, kestiği koyunun dilini ve yüreğini getirdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Dâvud (a.s.), yine Lokman Hakîm’den bir koyun kesip bu defa da hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini istedi. LokmanHakîm, yine koyunun dil ve yüreğini getirdi. Hazret-i Dâvud, ona bunun hikmetini sorunca da şöyle dedi:
“–Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa da, bunlardan daha kötüsü olmaz!..” (Zemahşerî, Keşşâf, V, 18)
Hakîkaten kalp ve onun tercümanı olan dil, insanın iki cihanda saâdet veya felâketine medâr olan en hayâtî uzuvlardır. Ebedî saâdetin ilk şartı olan îman; dil ile ikrar, kalp ile tasdîk neticesinde hâsıl olur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadîs-i şerîflerinde:
“Haberiniz olsun ki, bedende bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi olur; o bozuk olursa bütün beden bozuk olur. İşte o, kalptir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Îmân, 39)
Yine Allah Rasûlü (s.a.v.), fazîlet ehli güzîde sahâbîlerinden biri olan Muâz (r.a.)’a mânevî terakkîsi ve ebedî kurtuluşu için, her seferinde; “Bu da kâfî değil ey Muâz!” diyerek, üst üste pek çok emir ve tavsiyelerde bulunmuş, en son olarak da:
“–Sana (saydığım) bütün bu (fazîletli amellerin makbûl olmasının) kendisine bağlı bulunduğu şeyi (meselenin can damarını) bildireyim mi?” buyurmuştur. Muâz (r.a.):
“–Evet, bildir yâ Rasûlâllah!” deyince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dilini tutmuş ve:
“–Dilini koru!” buyurmuştur.
Muâz (r.a.):
“–Biz konuştuklarımızdan da hesâba çekilecek miyiz?” diye sorunca Efendimiz (s.a.v.):
“–Allah iyiliğini versin ey Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!” buyurmuştur.2
Bu sebeple, sorumsuzca söz söylemekten titizlikle sakınmak gerekir. Söylenen sözlerin mânâsının nereye çıkacağını çok iyi hesâb etmek îcâb eder. Nitekim diğer hadîs-i şerîflerde de Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer.” (Buhârî, Rikâk, 23)
“Kul, Allâh’ın hoşnud olduğu bir söz söyler, fakat onunla Allâh’ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Hâlbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyâmet gününe kadar o kimseden hoşnud olur.
Yine bir kul da Allâh’ın gazabını gerektiren bir söz söyler, fakat o sözün kendisini Allâh’ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle, kendisine kavuşacağı kıyâmet gününe kadar gazab eder.” (Tirmizî, Zühd, 12; İbn-i Mâce, Fiten, 12)
Demek ki, his ve fikirlerin menbaı olan kalbe ve onun tercümanı durumundaki dile sahip olmak, son derece ehemmiyetlidir.
İşte bunun gibi sayısız hakîkatlere dikkat çeken Lokman (a.s.)’ın hikmetli sözleri ve bilhassa oğluna yaptığı nasihatleri, Kur’ân-ı Kerîm, hadîs-i şerîfler ve bâzı mûteber kitaplar vesîlesiyle günümüze kadar ulaşmıştır. İşte zâhirî ve bâtınî hekimlerin pîri olan Lokman Hakîm’den, ebedî saâdet reçetesi olan birkaç nasihat:
Lokman (a.s.) buyurur:
“...Ey oğulcuğum! Allâh’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13)
[Kâmil bir mü’min, Allâh’ın varlık ve birliğine şeksiz-şüphesiz îmân etmiş kimsedir. Dolayısıyla kâinattaki bütün tasarruflarda Cenâb-ı Hakk’ın yegâne hükümrân olduğunun şuur ve idrâki içinde yaşar. Zira tevhîd inancının ortaklığa tahammülü yoktur.
En büyük zulüm olan şirk, kulu ebedî olarak cehenneme dûçâr eder. Şirk koşmak, inkâr etmek veya münâfıklık yapmakla kul, Rabbine ve tevhîd ehline hiçbir zarar veremez. Fakat kendisini ebedî azâba müstahak ettiği için, nefsine en ağır şekilde zulmetmiş olur. Bu hakîkat, âyet-i kerîmelerde şöyle ifâde buyrulur:
“İnsanlardan bâzıları da vardır ki, inanmadıkları hâlde; «Allâh’a ve âhiret gününe inandık.» derler. Onlar (kendi akıllarınca) güyâ Allâh’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler.” (el-Bakara, 8-9)

devamı 4.bölümde..

( Hak Dostlarından Hikmetler.3..lokman Hekim başlıklı yazı M.Ali Ünsal tarafından 6.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu