Hak Dostlarından Hikmetler.3..lokman Hekim
Gönle sevinç veren
tecellî ve hâdiseler karşısında râzı olup, buna mukâbil gam ve keder veren
hâdiseler karşısında hoşnutsuzluk göstermek, kulluk âdâbıyla bağdaşmaz. İnsan,
mânevî olgunluğun zirvesine varmadıkça, bu beşerî zaaftan kolay kolay
kurtulamaz. Nefsini tezkiye edip “Râdıye” makâmına ulaştığında ise, ilâhî
irâdenin hayır veya şer şeklinde tecellî eden bütün kazâ hükümlerine tereddütsüz
teslîm olup rızâ gösterir, şikâyet ve sızlanmayı unutur. Böyleleri hakkındaki
ilâhî müjde ne büyüktür:“Ey huzura kavuşmuş
insan! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön. (Sâlih) kullarımın
arasına katıl ve cennetime gir!” (el-Fecr, 27-30)Saâdetin şaşmaz
kâidesi; aklı vahye tâbî kılmak, kalbi güzel ahlâk ile tezyîn etmek ve bu sâyede
hayâtın acı-tatlı sürprizlerine karşı rızâ gösterebilmektir. Yine gerçek saâdet,
hayâtın med ve cezirlerini olduğu gibi kabul etmek, meşakkatlerine tahammül
göstermek, yanlışların düzelmesi için gayret etmek, her şeyin güzel tarafını
görmek, kahır içinde gizli lûtuflardan gâfil kalmayıp dâimâ Âlemlerin Rabbi’ne
teslîm olmakla mümkündür.Mevlânâ Hazretleri ne
güzel buyurur:“Senin iç dünyan bir
misâfirhâne gibidir. Sevinçler de kederler de gelip geçicidir. Ne sevinçlere
aldan, ne de gamları dert edin! Gamlar sürûruna mânî olursa üzülme! Çünkü
gamlar, -sabredersen- senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır.”]Cenâb-ı Hak cümlemizi,
nefis ve iblisin hile ve tuzaklarını tanıyıp onlardan Rabbine sığınan; isyânı
nefsine, itaati Rabbine gösteren; ne hâlde olursa olsun Hakk’a teslîmiyetin
huzur ve saâdeti içinde yaşayan sâlih kullarından eylesin.Âmîn!Dipnotlar: 1. Bkz.
Sa’lebî, Arâis, s. 391. 2. Hâdisenin tafsîlâtı için bkz. Tirmizî, Îman, 8; İbn-i
Mâce, Fiten, 12. Hak Dostlarından Hikmetler -Lokman Hakîm (a.s.) 1- Ocak 2012 Sayı
311 -Lokman Hakîm (a.s.) 1-Hikmetli
nasihatleriyle destanlaşan Hazret-i Lokman (a.s.), zâhirî ve bâtınî
hekimlerin pîridir. Rivâyetlere göre Eyyûb (a.s.) ile akrabâdır1 ve
pek çok peygamberin hizmetinde bulunmuştur.Lokman Hakîm, bir peygamber veya
velîdir. Fakat İslâm âlimlerinin çoğu, onun peygamber değil, hikmet ve takvâ
sahibi, tefekkür ehli, sâlih bir zât olduğu kanaatindedir.Lokman (a.s.)’ın “hikmet” ehli
olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’de kendi adıyla anılan sûrede şöyle beyân
edilmektedir:“Andolsun ki Biz
Lokmân’a: «Allâh’a şükret!» diyerek hikmet verdik…” (Lokman, 12)Hikmet; eşyânın
hakîkatini ve esrârını idrâk edebilmektir. Hikmet, hakîkatleri idrâk husûsunda
akla aczini kavratmaktır. Akılla kavranamayan nice sırlar, ancak hikmetle
çözülür. Kâinattaki ilâhî tecellîler de hikmet nazarıyla okunabilir.Eğer hikmet olmasaydı,
sırlar kapalı kalırdı. Şâyet sırlar açılmasaydı, gönüller irfan ikliminden
feyizlenemez; Hazret-i Mevlânâ, Abdülkâdir-i Geylânî, Yûnus Emre, Şâh-ı
Nakşibend, Hüdâyî ve emsâli Hak dostları, yani mü’min gönüller için müstesnâ bir
istikâmet ve takvâ miyârı olan büyük şahsiyetler yetişmezdi.Hikmet pınarları,
ancak tezkiye olmuş kalpte tecellî eder. Bu itibarla mü’min, hem Allâh’ın hem de
Allah Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz’in tezkiyesi ve terbiyesi altında, iç âlemini
mâsivâdan arındırabildiği, yani tezkiye edebildiği nisbette selîm bir kalbe nâil
olur.İlmin nihâî hedefi de,
hikmette derinleşmektir. İlâhî sanatın; “Kur’ân, kâinat ve insan”da sergilediği
sonsuz muammâlarını çözmektir. Her zerrede mevcut bulunan, ilâhî kudret ve
azamet tecellîlerini idrâk edebilmektir.Meselâ tıp bilgisi,
Allâh’ın vücuda yerleştirdiği muazzam kâidelerle ilgilenir. Botanik de,
topraktan biten nebâtâta konulan ilâhî kâideler etrafında faâliyet gösterir.
Hikmet ise, bütün ilimlerin iştigâl ettiği kânun ve kâidelerin sahibini
tanıyabilmekle meşgul olur. Çünkü ilmin gâyesi, bilgileri zihne istiflemek
değil, o bilgilerin ötesindeki sır ve hikmetleri, kalbin idrâk edebilmesidir. Bu
da, kalpte nûr-i ilâhînin tecellîsi ile mümkündür.Allah Teâlâ
buyurur:“(Allah) hikmeti
dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, ona pek çok hayır verilmiş demektir.
Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (el-Bakara, 269)Hakîkaten, ilim, irfan
ve mânevî olgunluk neticesinde kula Rabbi tarafından lûtfedilen hikmet; söz,
karar ve davranışlarda isâbet edebilme meziyetini de beraberinde getirir.
Müfessir Zemahşerî, Lokman Hakîm’in hikmetlerine bir
misâl sadedinde, şu ibretli hâdiseyi nakleder:Bir gün Dâvud
(a.s.), Lokman Hakîm’den bir koyun kesip
en iyi yerinden iki parça getirmesini istemişti. LokmanHakîm de ona, kestiği
koyunun dilini ve yüreğini getirdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Dâvud
(a.s.), yine
Lokman Hakîm’den bir koyun kesip
bu defa da hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini istedi.
LokmanHakîm, yine koyunun dil ve
yüreğini getirdi. Hazret-i Dâvud, ona bunun hikmetini sorunca da şöyle
dedi:“–Bu ikisi iyi olursa,
bunlardan daha iyisi; kötü olursa da, bunlardan daha kötüsü olmaz!..”
(Zemahşerî, Keşşâf, V, 18)Hakîkaten kalp ve onun
tercümanı olan dil, insanın iki cihanda saâdet veya felâketine medâr olan en
hayâtî uzuvlardır. Ebedî saâdetin ilk şartı olan îman; dil ile ikrar, kalp ile
tasdîk neticesinde hâsıl olur.Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) de bir hadîs-i şerîflerinde:“Haberiniz olsun ki,
bedende bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi olur; o bozuk olursa
bütün beden bozuk olur. İşte o, kalptir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Îmân,
39)Yine Allah Rasûlü
(s.a.v.), fazîlet ehli güzîde sahâbîlerinden biri olan Muâz (r.a.)’a mânevî
terakkîsi ve ebedî kurtuluşu için, her seferinde; “Bu da kâfî değil ey Muâz!”
diyerek, üst üste pek çok emir ve tavsiyelerde bulunmuş, en son olarak
da:“–Sana (saydığım)
bütün bu (fazîletli amellerin makbûl olmasının) kendisine bağlı bulunduğu şeyi
(meselenin can damarını) bildireyim mi?” buyurmuştur. Muâz (r.a.):“–Evet, bildir yâ
Rasûlâllah!” deyince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dilini tutmuş ve:“–Dilini koru!”
buyurmuştur.Muâz (r.a.):“–Biz
konuştuklarımızdan da hesâba çekilecek miyiz?” diye sorunca Efendimiz
(s.a.v.):“–Allah iyiliğini
versin ey Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin
ürettikleridir!” buyurmuştur.2Bu sebeple, sorumsuzca
söz söylemekten titizlikle sakınmak gerekir. Söylenen sözlerin mânâsının nereye
çıkacağını çok iyi hesâb etmek îcâb eder. Nitekim diğer hadîs-i şerîflerde de
Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:“Kul, iyice düşünüp
taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından
daha uzak bir yerine düşer.” (Buhârî, Rikâk, 23)“Kul, Allâh’ın hoşnud
olduğu bir söz söyler, fakat onunla Allâh’ın rızâsını kazanacağı hiç aklına
gelmez. Hâlbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyâmet gününe kadar
o kimseden hoşnud olur.Yine bir kul da
Allâh’ın gazabını gerektiren bir söz söyler, fakat o sözün kendisini Allâh’ın
gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle,
kendisine kavuşacağı kıyâmet gününe kadar gazab eder.” (Tirmizî, Zühd, 12; İbn-i
Mâce, Fiten, 12)Demek ki, his ve
fikirlerin menbaı olan kalbe ve onun tercümanı durumundaki dile sahip olmak, son
derece ehemmiyetlidir.İşte bunun gibi
sayısız hakîkatlere dikkat çeken Lokman (a.s.)’ın hikmetli sözleri
ve bilhassa oğluna yaptığı
nasihatleri, Kur’ân-ı Kerîm, hadîs-i şerîfler ve bâzı mûteber kitaplar
vesîlesiyle günümüze kadar ulaşmıştır. İşte zâhirî ve bâtınî hekimlerin pîri
olan Lokman Hakîm’den, ebedî saâdet
reçetesi olan birkaç nasihat:Lokman (a.s.) buyurur:“...Ey oğulcuğum!
Allâh’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13)[Kâmil bir mü’min,
Allâh’ın varlık ve birliğine şeksiz-şüphesiz îmân etmiş kimsedir. Dolayısıyla
kâinattaki bütün tasarruflarda Cenâb-ı Hakk’ın yegâne hükümrân olduğunun şuur ve
idrâki içinde yaşar. Zira tevhîd inancının ortaklığa tahammülü yoktur.En büyük zulüm olan
şirk, kulu ebedî olarak cehenneme dûçâr eder. Şirk koşmak, inkâr etmek veya
münâfıklık yapmakla kul, Rabbine ve tevhîd ehline hiçbir zarar veremez. Fakat
kendisini ebedî azâba müstahak ettiği için, nefsine en ağır şekilde zulmetmiş
olur. Bu hakîkat, âyet-i kerîmelerde şöyle ifâde buyrulur:“İnsanlardan bâzıları
da vardır ki, inanmadıkları hâlde; «Allâh’a ve âhiret gününe inandık.» derler.
Onlar (kendi akıllarınca) güyâ Allâh’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar.
Hâlbuki onlar, ancak kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler.”
(el-Bakara, 8-9)
devamı
4.bölümde..
(
Hak Dostlarından Hikmetler.3..lokman Hekim başlıklı yazı
M.Ali Ünsal tarafından
6.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.