Poli
Ne olduysa son bir yıl içinde olmuştu.
Tüyleri dökülmüş, kırmızı derisinden akıntılar gelmeye başlamış,
burnunda kocaman bir yara belirivermiş, kaburgaları bir bir sayılacak
kadar zayıflamış, başı ön ayaklarına doğru iyice gömülmüştü. Son
günlerde komşular da rahatsızdı onun bu halinden. Tiksiniyorlarmış.
Onu,
su kanalında balçığa saplanmış olarak bulmuştum sekiz yıl önce.
Çırpınıyor ama arka ayaklarını bir türlü kurtarmayı başaramıyordu.
Zayıf, avuca sığacak kadar küçüktü. Beni görünce yalvarır gibi bir ses
çıkardı. Onun çırpınışı, yüzüme bakıp merhamet dilenmesi hoşuma gitti.
Bir süre balçıkta debelenişini zevkle seyrettim. Hatta onu kendi başına
orada bırakıp ayrılmak istedim ancak her nedense bir güç ayaklarımı
tuttu. Mekanik bir hareketle tutup balçıktan çıkardım. Su kanalında bir
güzel yıkadıktan sonra yere bıraktım. Özgürlüğüne kavuşmanın mutluluğu
ile sağa sola zıplamak istedi fakat bunu yapmaya gücü olmadığından mıdır
yoksa beceriksizliğinden midir bir türlü başaramayıp, yere yığıldı.
Sevimsiz,
cılız hayvanın hiçbir çekici yanı yoktu. Zaten onun yüzünden su
kanalının önünü açmayı da unutmuştum. Babam bir saattir fasulyeleri
sulamak için kanalın açılmasını bekliyordu. Bende doğru yürüdüm. Coşkun
derenin kenarına gelip paçalarımı sıvadım, suya daldım. Bir iki adım
atmadan, bir canlının hemen arkamda suyu şıpırdatarak yüzdüğünü fark
ettim. O idi. Benden önce karşı kıyıya geçip, becerisinin verdiği zevkin
tadını gözlerime bakarak çıkardı. Davranışlarından yalakalık yapıp bana
yaranmaya çalıştığı belliydi. Suya zıplıyor, ani bir hareketle tekrar
kıyıya çıkıyordu. Galiba bu şekilde maharetini göstermeye çalışıyordu.
İşimi bitirene kadar peşimi bırakmadı.
Kanalı açıp suyun tarlaya
ulaşmasını sağladıktan sonra, yolda bulduğum bir bez parçasına sarıp
kucağıma aldım onu. Babam fasulyeleri sulayadursun, ben eski ahırın bir
köşesine yerleştirdim hayvancağızı. Başlangıçta bana tesir eden hiçbir
özelliği yokken, hamilik duygusu –bunu üstünlük olarak da
algılayabilirsiniz- böyle bir karar almama neden olmuştu.
Ekmek
kırıntılarını ve bir avuç unu suya karıştırarak yal yapıp, karnını
doyuruyordum. O da sanki içimdeki kaygıyı biliyor gibi yaramazlık
yapmıyor, havlamıyor sadece beni gördüğü zaman kuyruğunu sallayarak
biraz cilve yapmaya çalışıyordu. Yaramazlığının hem onu hem de beni zor
durumda bırakacağını anlar gibiydi. Zira babam sağı solu belli olmaz bir
adamdı. 'Bunu da nerden çıkardın başımıza?' diye celallenebilirdi.
Birkaç
gün içinde beyaz tüyleri daha bir parladı. Burnunun hemen üzerindeki
siyah tüyler ise belirginleşip ayrı bir güzellik kattı hayvana. Karnı
doyup canlandıkça ufak ufak yaramazlıklara da başladı. Tabi bu
yaramazlıkların neticesinde yakayı ele verdik. Kerata kendisini sevdirdi
babama da. Eski ahıra bir kulübe yaptık onun için. Kulübenin tavanını
ahşapla kapatıp, üzerine çorak attık. Kocaman bir köpeğin sığabileceği
kadar büyüktü kulübe. Babam bir gün beni yanına çağırıp sordu:
— Herkesin bir ismi olur. Buna da bir isim koymak lazım. Ne olsun bu yaramazın ismi?
Hiç düşünmeden cevap verdim:
— Poli olsun.
Yüzüme tebessüm ederek baktı.
— Güzel isim ama ne anlama gelir bilmiyorum.
Ben de bilmiyordum bu ismin anlamını ancak aklımda olduğuna göre bir yerden mutlaka duymuştum.
O
günden sonra güzel köpeğimin ismi Poli oldu. Onu zincirden kurtarıp
özgürlüğüne kavuşturdum. Büyüdü, serpildi, karnının üzerindeki siyak
benekler belirginleşti. Hayvanlara özgü içgüdüsel davranışlarının
dışında, küçük bir çocuk gibi taklitle öğrenmeye başladı.
Tarlaya
giderken peşimize takılırdı. Yüksek sesle bağırıp eve dönmesini
isteyince ise avlu kapısını ayağıyla açar, merdivenlerden bir çırpıda
çıkıp evin kapısının önüne çömelirdi. Bir nöbetçi edasıyla, biz tarladan
dönene kadar oradan ayrılmazdı. Sekiz yıl boyunca avludan çıktığını
görmüş değildim. Kimsenin tavuğunda kazında gözü yoktu. Avluya birinin
girdiğini görünce önüne geçer ve var gücüyle havlamaya başlardı. Ta ki
ev halkından biri çıkıp ' Poli çekil!' diyene kadar da yabancının
girmesine izin vermezdi. Buna karşın, misafir evden çıkarken ne önüne
geçer misafirin ne havlardı. Yalnızca dilini çıkarıp kuyruğunu sallardı.
Belki kendi dilince 'Güle güle.' diyordu.
Ev halkından herkesi
severdi ancak sanıyorum en çok beni severdi. Okuldan gelirken sanki
kokumu almış gibi avlu kapısında beni beklerdi. İçeri adımımı atar atmaz
üzerime zıplar, ön ayaklarını göğsüme dayayıp dilini çıkarır benimle
oynamak istediğini anlatmaya çalışırdı. Genellikle onu kırmazdım.
Çantayı gelişigüzel fırlatıp, avluda koşmaya başlardım. Sanki bana
avantaj veriyormuş gibi biraz bekler, sonra aniden hızlanıp önüme geçer,
tam karşımda durup 'Hadi beni yakala.' der gibi geldiği yönün tersine
koşmaya başlardı.
Avluda bırakılan bir yiyeceğe kendisine izin
verilmeden asla dokunmazdı. Çok aç olduğu zamanlar kapı önüne gelir,
içeri masum masum bakıp beklerdi. O zaman yiyecek bir şeyler istediğini
herkes anlardı. Bunca yıl sahiplerine ihanet ettiğini görmedim. Hep
sevimli Polimizdi o bizim.
Ne olduysa son bir yıl içinde oldu.
Başlarda, ağzıyla vücudunun bazı yerlerine ısrarla dokunmaya
çalışıyordu. Bunu yapabilmek için bazen o kadar zorlanırdı ki ağzını
dokunmak isteği yere ulaştırmak isterken kendi etrafında dönüp dururdu.
Bazen aniden ağıtsı bir ses çıkarırdı. Muhtemelen başaramamanın verdiği
acıdandı bu. Sonra vücudunda yer yer tüy dökülmeleri başladı. Önce sarı
olan derisi zamanla kırmızılaştı, birkaç gün sonra ise kırmızılaşan
yerlerden akıntılar gelmeye başladı. Burnunda yara çıkmasının sebebi,
marazı her ne ise bulaşıcı olmasından ileri geliyordu.
Onun için
hiçbir şey yapmadık. Köy yerinde veteriner bulmak şöyle dursun,
hayvanlar için de sağlığın gerekliliğini kavrayan yoktu. Köylü için
hayvan yaşayabildiği kadar yaşar sonra da ölürdü.
Bir kış günüydü.
Fırtına vardı. Poli'nin ağıtsı havlamaları artınca babam üzerini sıkıca
giyinip avluya çıktı. Bir süre sonra da bana seslendi. Eldivenlerimi
taktım, gocuğumu giyinip yanına gittim. Kulübenin hemen önüne çakılmış
kazığa zincirle bağlıydı Poli. Babam yaklaşık iki metre gerisinde
duruyordu. Söyleyeceği şeye ne cevap vereceğimi merak ediyor gibi bir
hali vardı. Omzuma elini koydu. Ümitsiz bir ses tonu ile:
— Bundan hayır gelmez artık, dedi.
Karşılık vermedim. Bu kez işaret parmağıyla Poli'nin burnundaki yarayı gösterdi.
— Görüyor musun, bu yara yüzünden nefes alamıyor. O yüzden burnunu sürekli toprağa sürtüyor.
İkimiz
de büyümüştük. Ne onun haşarı hali, ne benim çocuksu tavırlarım
kalmıştı. Anlayabiliyorduk yaşamın başlangıcının ve sonunun olduğunu.
- Allah korusun çoluğa çocuğa bulaşır bunun hastalığı, diye devam etti babam.
Poli, neden onun yanına bu kadar yaklaştığımızı ve neyin mütalaasını
yaptığımızı anlıyordu. En azından ben anladığını düşünüyordum. Karın
üzerine uzanmış, başını bacaklarının arasına almış düşünüyordu.
Düşünüyor muydu acaba? Belki de onun hakkındaki konuşmalarımız gururunu
incitiyor, bu davranışıyla söylediklerimize kayıtsız kaldığını
göstermeye çalışıyordu.
Babam bir kez daha tekrar etti:
— Bundan hayır gelmez artık.
Ben
yine cevap vermedim. Ne yapmak istediğini biliyordum. Fikirleri eyleme
dönüşmeye başlamıştı. Koşarak içeri girdi. Tek kırmayı alıp çıktı. O an
Poli ile göz göze geldik. Benden ikinci kez bir şey ister gibiydi. Bu
kez istediği merhamet değildi. Onu, yaratanın bir vesilesiyle ben
ölümden kurtarmıştım. Bunu Poli istiyor muydu bilmiyorum ama ben böyle
olmasını istiyordum. Madem bir kurşun şafağına saplanacak, bunu ben
yapmalıydım. Onu balçıktan kurtarırken hissetmediğim merhamet şimdi
kendini göstermişti.
Babam zincirini kazıktan çözdü. Poli idamlık
bir mahkûm tavrıyla, başına gelecekleri bilerek, ayakta güçlükle
durabilmesine rağmen doğruldu. Onu darağacına ben götürmeliydim. Babamın
elinden tek kırmayı alıp, Poli'nin zincirini kavradım. Evimizin
arkasındaki boş araziden ormana doğru yürürken babamın arkamdan
seslendiğini duydum.
— Çok uzaklaşma!
Tepeye doğru
tırmandıkça kar dolu çatılar ve bacalardan yükselen dumanlar görünüyordu
sadece. Poli sanki daha bir canlanmıştı. Başlangıçta sünepe sünepe
yürürken, ormana yaklaştığımızda koşup önüme geçer olmuştu.
Öğle
ezanı okunuyordu. Gür meşe ağaçlarının arasında Poli'nin boynundaki
zinciri çözdüm. Geniş bir düzlüktü burası. İstese kaçabilirdi ancak tam
karşımda durdu. Arka ayaklarının üzerine oturup beklemeye başladı. Bir
hayvana son anında ne söylenebilirdi ki? Aslında dilime gelmeyen o kadar
çok şey vardı ki o an. Hepsi bir damla yaş olup yanağıma doğru aktı.
Tek kırmayı doğrultum Poli oracıkta duruyor, hiç kıpırdamıyordu. Tetiğe
yavaş yavaş bastım. 'Tık' diye bir ses duyuldu. Tüfek ateş almamıştı.
Poli ikinci hamleyi bekliyordu. Mermi yatağına baktım. Evet,
patlamamıştı. Onu çıkarıp yeni bir mermi koydum. Tekrar doğrultum
tüfeği. İşte o an göz, gez arpacık hizasında Poli'den başka bir canlı
daha göründü. İri, boz bir kurttu bu. Hayatımda ilk kez bir kurda bu
kadar yakındım. Bana bakıyordu. Bir hayvanı öldürmek için ormana
gelmiştim ama şimdi başka bir hayvan bana ölüm korkusu hissettiriyordu.
Ne yapmalıydım? Henüz toy denecek yaştaydım. Tüfeğin namlusunu biraz
kaldırıp kurda nişan aldım. Bu arada Poli de kurdu fark etti. O fersiz
hayvan boynunu önce çıkarıp, dişlerini göstererek hırlamaya başladı.
Kurt adım adım bize doğru yaklaşıyordu. Besmele çekip tetiğe bastım.
Yine olmadı. Yine patlamadı mermi. Kurt tetiğin sesine adımlarını biraz
daha hızlandırdı ve sonra hücuma geçti. Poli de kurda doğru koşmaya
başladı. Başka bir şey görmedim. Ormandan köye doğru bütün gücümle
koşuyordum. En son arkama döndüğümde görünür de ne kurt vardı ne de
Poli. Tepeyi indiğimde birkaç avcının ormana doğru yürüdüğünü gördüm.
Nefes nefese kalmıştım. Yanıma gelip ne olduğunu sordular. Onlara olan
biteni anlattım. Hep birlikte bahsettiğim yere doğru koşmaya başladık.
İzleri takip ederek Poli'yi vurmak için durduğum düzlüğe ulaştık. Her
yer kan içindeydi. Poli parça parça olmuştu. Kurt ise görünürde değildi.
Poli için bir kader çizmek istemiştik babamla ama Poli'nin
kaderi önceden çizilmişti zaten. Biz sadece birer araç olduk. Poli
canını teslim ederken hayatım boyunca unutamayacağım bir ders verdi
bana.
(
Poli başlıklı yazı
poet19 tarafından
18.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.