“Büyük adam olmak” sözünü hiç duymamıştı. Bu söz bir ideali, bir hedefi olan insanlar için geçerliymiş. Mehmet’in ise geleceğe dair ne bir hayali, ne bir amacı ne de bir planı vardı. O sene İlkokulun 5. sınıfından diplomasını alacak, yeni bir hayata başlayacaktı. Sıradan bir köy hayatı. Yani rençperlik. Babasının ev ihtiyaçlarını karşılayacak, koyunlarını güdecek, onun gezmesine daha çok fırsat verecek bir yaşam. “Olursa çat pat, olmazsa aç yat” şeklinde devam edecek bir yaşam. Hani tarla, bağ, bahçe veya kazanç getirecek hayvanları olsa bari. Ne gezer? Başkalarının işlerinde gündelikle geçecek bir ömürdü süreceği.
Köy İlkokulu’nun 5. sınıfında okuyordu. O sene okuluna yeni öğretmenler gelmişti. Adanalı Emine öğretmen, Karslı Nurcan öğretmen ve Antepli Bedriye öğretmen. Okullarını yeni bitirmişler, görev yerlerine koşarak gelmişlerdi. Güller yetiştirecekler, dikenlerine katlanarak. Bir bahçıvan gibi çiçeklerle ilgilenecek, onları sulayacak, soldurmamak için ellerinden geleni yapacaklardı. Amaçları bir tohumu yeşertmek, bir fidana su vermek idi. Yürekleri güçlü, gönülleri zengin, bilekleri bükülmezdi. Onlar tam bir eğitim sevdalılarıydı. Çevrelerini aydınlatacakları ışık saçan gözlerinden belliydi.
Mehmetlerin öğretmeni Bedriye Öğretmen oldu. Derslik yetersizliğinden 4 m2’lik Müdür Odası’nı kendilerine derslik yaparak 14 mevcutla eğitim öğretim yılına başladılar. Ondan önceki öğretmenleri hep yaşlı olduğundan öğretmenlerini kendilerine daha yakın hissettiler ve çabucak alışmıştılar birbirlerine. Öğretmenlerinin çok hevesli olduğu daha ilk günden belliydi. Heyecan ve ümit doluydu. Güler yüzlüydü.
Günler geçtikçe öğretmen-öğrenci, öğretmen-veli ilişkileri de yavaş yavaş şekilleniyordu. Oldum olası köye gelen memurlara yakın olan, onlarla iyi ilişkiler kuran bir ailesi vardı Mehmet’in. Bu yüzden öğretmeniyle arasındaki mesafe biraz daha yakındı. İlişkileri biraz daha sıcak ve samimiydi. Aile ziyaretleri teklifsiz, sohbetler bol latifeliydi. Babası olmadığı için annesi ve erkek kardeşiyle yaşıyordu. Annesinin bakımı, kardeşinin okul masrafları da onun omuzlarındaydı.
Derslerindeki üstün başarısından dolayı öğretmeni babası ve annesini tebrik ediyordu. Bu tebrikler sayesinde babasının koltukları kabarıyor Mehmet’ten övgüyle söz ediyordu. Çalışkanlığı, dürüstlüğü, davranışları başka öğrencilere örnek gösteriliyordu. Köyleri Sof Dağı eteklerinde meşe ormanlarıyla kaplı ve çok kayalıklı bir yerdi. Daha küçük yaşlarda kuzu oğlak peşinde koşarak dolaştığı dağların her yerini delik deşik biliyordu. Okul haricindeki günleri hep dağlarda geçerdi. O yüzden öğretmeni onu kayalıklar arasında açan bir güle benzetiyordu. O’na ‘Sen bu kayaların gülüsün’ diyordu.. Gül fidanı nazik olur. Bakım ister, ilgi ister. Karşılığında ise güzel kokular yayar çevresine mis gibi. Görünüşüyle kokusuyla bülbülleri kendisine âşık eder. Fakat dikenli olur. Yaradan ona dikenlerini savunma mekanizması olarak bahşetmiş. O güzelim goncayı dalından koparmak isteyenlere karşı koymanın bir tezahürüdür dikenler. “Gülü seven dikenine katlanır” derler ya, bu gülü de seven biri çıkmıştı. Zorluklara katlanmak kolay değil, mutlaka fedakarlık ister.
Bir aile sohbeti sırasında öğretmeni;
-Memiş Amca bu oğlanı okutalım. Büyük adam olsun, dedi. Bir anda Mehmet’in beyninde şimşekler çaktı. Hemen hayallere daldı. “Büyük adam olmak” ha! Büyük adam nasıl olunurdu? Gerçekten olabilir miydi? Bu düşüncelerden öğretmeninin konuşmasıyla sıyrıldı. Köylerinde okuyan kimse çıkmamıştı. Neden O da okuyarak bir öğretmen, bir polis, bir mühendis veya bir doktor olmasındı ki? O gün önünü aydınlatacak bir meşale yakılmıştı öğretmeni tarafından. Okumasını istediği geleceğinden ümitvar olduğu bir öğrencisinin hayat meşalesiydi tutuşturduğu. Bu meşale yanmalıydı. Bu meşale çevresine ışıklar yaymalıydı. Bu meşale aydınlık bir geleceğin ilk ışıkları olmalıydı.
Yalnız bir sorun vardı ki bu meşaleyi yakmadan söndürmeye çalışıyordu, Mehmet’in babası. Mehmet’i okutmayı kesinlikle istemiyordu. O günkü kafayla okuyup da ne olacaktı sanki? Okuyanlar arasında dökülen kanlar daha kurumamış. 1982 öncesi olaylar hep okuyanlar arasında meydana geliyormuş. Birçok tanıdığı okuyan evlatlarını kör kurşunlarla bir hiç uğruna toprağa vermiş, yürekleri yanmış. Okumak bir o kadar da tehlikeliymiş. Hem O okursa köyde babasının işlerini kim yapacakmış? Koyunları kim güdecekmiş? İhtiyarlığında eline bir bardak suyu kim verecekmiş? Büyük oğlan zaten şehre gitmiş. Bari Mehmet yanında kalmalıymış.
Öğretmeni ile ailesi arasında okusun-okumasın mücadelesi başlamıştı. Mehmet için mücadelenin nasıl olduğu değil sonucu önemliydi. Çünkü bu mücadele “Büyük adam olma” hevesini ya içinde koyacak ya da hayatında yeni bir çığır açacaktı. Yani tutuşturulan meşale ya yanmaya devam edecek ya da sönecekti. Öğretmeni ve öteki öğretmenler okumasını istiyorlardı. Ailesinden de bir destekçisi vardı. Eli öpülesi, başının tacı, gönlünün ilacı, cefakâr, fedakâr, çilekeş anası. Ömrünü ellerin gündelik işlerinde geçirmiş, sekiz çocuk anası, ayağının altından cennet ırmakları geçen anası. “Okusun” diyordu. “Okusun da buralardan kurtulsun. Ellerin işlerinde ömrünü çürütmesin. Onun yapacağı işleri ben yaparım. Onun okuması için parayı ben kazanırım. Yeter ki okusun” diyordu. Artık saflar belliydi. Bir yanda anası ve öğretmenleri, diğer yanda babası ve babasının destekçisi Hacı Amca. Hacı amca çocuklarını şehre okula göndermiş ama çocukları okumamıştı. Çeşitli sebeplerden dolayı köye geri dönmüşlerdi. O çocuklarını babasına örnek gösteriyor, “Okusa benim çocuklar okurdu. Boş ver gönderme” diyordu. Hacı Amca’nın bu sözleri Mehmet’in okuma azmini artırıcı adeta bir kamçı olmuştu. Hakkında nasıl olurdu da peşin hüküm verirdi? Daha O okula başlamadan, bu sonuca nasıl ulaşmıştı? İçinden “Hacı Amca! Bu sözlerinden dolayı zaman gelecek pişman olacaksın. Seni utandıracağım” diye geçirdi.
( Kayaların Gülü-1 başlıklı yazı Mehmet ACAR tarafından 11.08.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.