Kayaların Gülü-3
Sınav sonuçları açıklandığında sadece bir kazanan vardı. Öğretmeninin “kayaları gülü” dediği öğrencisi Mehmet. Babası sınavı kazandıktan sonra durumu öğrendi. Biraz öğretmenine, biraz da Mehmet’e kızdı. Bağırdı çağırdı. Öfkesi çabuk geçti. “Bir değil on sınav kazansan da seni okula göndermeyeceğim” diyordu. Mehmet’i yine endişeler sarmıştı. Çünkü önünde bir sınav daha vardı. 2.sınav yaz tatiline denk geliyordu. O zaman öğretmeni tatilde olacağı için her şey babasının kontrolünde olacak, o da istediği gibi hareket edecek, Mehmet’in sınava girmesini engelleyecekti. Yaz tatilinde içindeki korkuyla birlikte çalışmayı da ihmal etmedi. Çalışma arkadaşları yine koyunlarıydı. Çalışma yeri ise serin ağaç gölgeleri ve kaya dipleri idi.
Sınav yeri belli olmuştu. Akyol İlkokulu. Öğretmeni tatilde köye gelerek sınav tarihinde orada olmaları için babasını sıkı sıkı tembihledi. Annesine de mutlaka sınava gönderilmesi için babasına baskı yapmasını istedi. Babasına adeta yalvarıyordu. Sonunda biraz da sitemkâr bir tavırla; -Memiş Amca! Eğer bu çocuğu sınava getirmezsen bir daha yüzüne bakmam. Beni ve bu çocuğu üzeceğin için iki elim iki yakanda olur. İntizarımız seni iflah etmez. İleride pişman olursun ama pişmanlık fayda etmeyeceği için vicdan azabı çekersin, dedi. O gün okulun kapısında bekleyeceğini söyleyerek ayrıldı.
Sınav günü babası öfkeli bir tavırla “haydi gidelim” dedi. Bir yandan da kendi kendine söyleniyordu. Hep öğretmenine ve annesine serzenişlerde bulunuyordu. Hiç sesini çıkarmadan korku içinde peşine takılarak şehrin yolunu tuttular. Babası hep düşünüyordu. Aklından neler geçirdiğini bilmiyordu aslında. Çok geçmeden babasının düşünceleri sözlerine yansıdı:
—Bana bak! Bu sınavı kazanmayacaksın. Ben öğretmene karşı mahcup olmamak için seni getirdim. Sen de bildiğin soruları bile yanlış cevaplayacaksın. Böylece okuma sevdandan da öğretmeninden de kurtulurum.
Mehmet sadece kafasını salladı. Ama düşünceleri allak bullak olmuştu. Yine iki değirmen taşı arasında kalmış gibi sıkılmaya başladı. Okulun kapısına geldiklerinde öğretmeninin onları beklediğini gördü. Bedriye öğretmen onları görünce sevindi ve babasına geleceklerini hiç ummadığını söyledi. Geldikleri için de babasına teşekkür etti. Babası “sağ ol, sağ ol” dedi ama kendi kafasında sorunu çözmenin verdiği bir rahatlık vardı üzerinde. Adı okundu. Koridordan sınav salonuna doğru yürürken hala düşüncelerle boğuşuyordu. Bir tarafta babası, diğer tarafta hayalleri. “Sınav başladı çocuklar. Hepinize başarılar dilerim” sözüyle kendine geldi. Derin bir nefes aldı. Eüzübesmele çekti. Ayetel Kürsi’yi okuyarak sınava başladı. Babası sınav bitiminde O’nu aldı, kendisi oruçlu olduğu halde sanki ödüllendirircesine dondurma salonuna götürerek dondurma yedirdi.
Sınavın sonucunu merakla beklemeye başlamıştı. Bu arada sınavı kazanamadığı takdirde hayatının nasıl devam edeceğinin işareti olarak çobanlığa başlamıştı. İçindeki ümidi hiç kaybetmemişti. Babası ise artık bu iş bitti düşüncesiyle rakibini yenmiş bir kahraman rahatlığındaydı.
Koyunları salıvermiş, bir ağacın altına uzanmıştı. Yine hayallere dalmıştı. Uzaktan ona doğru gelen birini gördü. Yerinden doğruldu, beklemeye başladı.
Yaklaşınca gelenin annesi olduğunu fark etti. Yanına geldi. Üzerinde bir heyecan, bir sevinç olduğu belli oluyordu. Yanına doğru yaklaşınca gözlerinden yaşlar döküldüğünü gördü. Kötü bir şey oldu diye korkudan ne diyeceğini bilemedi. Annesi O’nu bağrına bastı. Öptü, öptü, öptü. Bir yandan da ağlıyordu. Bir müddet öylece şaşkınlık içinde kala kaldı. Annesi biraz sakinledi.
—Oğlum! Yavrum! Sınavı kazanmışsın. Öğretmenin köye geldi. O söyledi. Bu haberi sana vermek için akşamı bekleyemedim. Onun için geldim
Sevincinden ne yapacağını bilemedi. Bir müddet öyle kaldı. Annesi ayrıldıktan sonra avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Sesi kayalara çarparak ona tekrar dönüyor, sevinç naraları tekrar yüzüne yansıyordu. Koyunların, keçilerin boynuna sarılıyor onlarla konuşuyor, okuyacağını, onlardan ayrılacağını söylüyordu. Ama üzülmemeleri gerektiğini, yaz aylarında yine beraber olacaklarını anlatıyordu. Hayvancağızlar sanki O’nu anlıyorlar gibi başlarını sallıyor, tatlı tatlı geviş getiriyorlardı.
Eylül ayı gelmiş okullar açılmıştı. Sınavı kazanamayan arkadaşları şehre giderek ortaokula kayıt yaptırmış ve okula başlamışlardı. Mehmet’in ise hangi şehre, hangi okula gideceği henüz belli olmamıştı. Kulağına kötü kötü sözler geliyordu. “Okumak kim sen kim? Okuyanlar başladı bile. Sen hala dağlarda çobanlık yapıyorsun” gibi.
Babası da şaşırmıştı sınavı kazandığına. O’na ters ters bakıyordu. “Bu kadar engellememe rağmen işler hep yolunda gidiyor. Her işte bir hayır vardır” diyerek durumu kabullenmeye başlamıştı. Okullar açılalı bir ay olmuştu. Öğretmeni yerinin belli olduğunu, Gaziantep Lisesi Devlet Parasız Yatılı Okul Pansiyonuna yerleşeceğini söyledi. Hemen hazırlıklar başladı. Bu kez Emine öğretmen ve Nurcan öğretmenle beraber şehre gittiler. Mehmet kadar onlar da sevinçliydiler. O’na okulda kullanacağı eşyaları hediye olarak aldılar. Bavul, havlu, diş macunu, diş fırçası, tırnak makası, sabun vb. şeyler.
Okul kayıt zamanı geldiğinde öğretmeni, babası ve Mehmet bavulunu alarak evdekilerle vedalaşıp şehre vardılar. O’nu pansiyona yerleştirdiler. Oradakilere emanet ederek ayrıldılar.
Önünde yepyeni bir hayat başlıyordu. Kayaların gülü, bahçıvanı Bedriye Öğretmen’in çabalarıyla yeni tomurcuklar açacak, çevresine güzel kokular yayacaktı. Yıllar geçecek öğretmeni ile aynı mesleği paylaşacak, ondan aldığı bilgiyi, özveriyi, cömertliği, mücadeleyi öğrencilerine aktaracaktı. Meşale yanmaya devam edecek, nice karanlıklara ışık olacaktı. Bu mücadelede kaybeden olmayacaktı. Bir tarafta okuyan oğluyla iftihar eden, çocuklarını okutmak isteyenlere örnek olan bir baba, diğer tarafta bir öğrencisinin okumasına vesile olan, yıllar sonra karşılaşıldığında elleri öpülecek, toplum adına bir insan kazanmış “İşte benim meyvem” diyecek, toplumun aydınlamasında temel taşları oluşturan bir öğretmen. Öyle bir öğretmen ki; “Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur” atasözünü insan üzerinde uygulayan, gönlü engin, kafası ve ruhu zengin bir insan. Bilgiyi yaşama tarzına dönüştürmeye çalışan bir insan bahçıvanı. Eline teslim edilen hamurun içine ilim, ahlak ve amel mayasını katabilen, çocukları, gençleri ve bütün insanları geleceğin mutlu ve müreffeh Türkiye’si için hazırlayabilen bir öğretmen. Dün-bugün-yarın köprüsünün isimsiz nöbetçisi, eğitim ve öğretim ordusunun fedakâr ve cefakâr neferi.
Rahmetli babası ölümünden kısa bir süre önce o yılları hatırlayacak “Bizdeki ne kafaymış, İyi ki okumuşsun. Vesile olanlardan Allah razı olsun” diyecek, annesi hala Bedriye Öğretmen’i anacak ve dualarında O’na yer verecekti.
(
Kayaların Gülü-3 başlıklı yazı
Mehmet ACAR tarafından
13.08.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.