Fındık bacı Mahallemizin ufak
tefek yapılı, hamarat dost canlısı güler yüzlü teyzesidir.
Otuz yaşlarında eşini
kaybetmiş iki oğluyla yaşam mücadelesi veren vefakâr bir annedir…
Fındık bacı diye hitap eder
mahalleliler.
Minyon tipli, kıpır-kıpır aslında
birazda fındık kurduna benzetirler.
Fındık bacı okuma yazmayı
evde çocuklarından öğrenmiş. Okumanın önemini güzelliğini anlatırdı bizlere! “O
zamanlar bizlerde çocuktuk” yaşadıklarını
anlatırken masal dinler gibi, ses çıkarmazdık. “Evet, çocuklar okuyun! Ne varsa
eğitimde var ben okuyamadım hayatın getirdiği şartlar buna engel oldu ve
yıllardır hep içimde ukde olarak kaldı”
Anne babası yokmuş bir yakını
büyütmüş, okula göndermemişler…
Okula göndermeyip tarlada
çalıştırmışlar o günleri anlatırken gözleri doluyor, zor yutkunuyordu.
Onun için ben çocuklarımı ömrüm
yetene kadar okutacağım, kendim okumuşum gibi mutlu olacağım, “çocuklar hadi
söz verin, okuyacağınıza, yoksa benden bir daha masal dinleyemezsiniz” der,
telaşlı-telaşlı bize meyve suyu getirmek için içeri geçerdi.
“İki oğlu vardı. Hasan büyük
oğlunun adıydı Hüseyin küçük oğlu”
Hasan; babasız büyümesine
rağmen, kötü alışkanlıkları olmayan çok terbiyeli, saygılı, herkesin yardımına
koşan bir gençti!
Mahalleye başı önde girer
kimseye rahatsızlık vermezdi.
Liseye başlamıştı…
Sabahtan okula gider, öğleden
sonra bir kahvede çaycılık yapardı…
Gece yarısı evlerine döner o
gün ki kazancıyla annesine ve kardeşine mutlaka bir şeyler alır, eli boş
gelmezdi.
Akşamları gaz lambası ile
aydınlanmaya çalışırlardı. Gaz bulamadıklarında, mum yakar, derslerini mum
ışığında yapardı.
Evleri derme çatma, merdiven
altını eve çevirmişler, bir oda mutfak! Hoş, mutfağa da pek benzemiyordu ama
onlar mutluydu.
Elektrik yoktu, olsa da
onların ödeme gücü yoktu.
Hasan; gece yarılarına kadar
mum ışığında ödevlerini yapar yatmadan önce mutlaka kitap okurdu…
Hasan’ın annesi zengin
hanımların evine temizliğine giderdi ve hiç şikâyet etmez, hep halinden memnun
olduğunu söylerdi.
Temizlik yaparak kazandığı
parayı çocuklarının eğitimi için biriktirirdi.
Evin tüm giderleri fındık
bacının üzerindeydi.
Hasan bu durumu beğenmese de
başka çareleri yoktu.
Ama kendi kendini kahrediyor,
“annem en kısa zamanda bu sıkıntımız son bulacak, seni prensesler gibi
yaşatacağım” diyordu.
Fındık bacı elektrikle
çalışan hiçbir ev aletlerine sahip olmamıştı.
Altına köz konulan bir ütüsü
vardı.
Bir gün onu ütü yaparken
görmüştüm hem türkü söylüyor hem oğullarının gömleklerini ütülüyordu.
“Fındık bacı, hani bu gün
masal anlatmayacak mısın?” diye sormuştum.
“Hele bekle kızım, şu ütüyü
bitireyim, ne hikâyeler var bende” der, türküsüne
kaldığı yerden devam ederdi.
Günler gelip geçiyordu…
Küçük kardeş Hüseyin ilkokulu
başarıyla bitirmişti, annesine takdir belgesini getirip onu nasıl mutlu
etmişti…
Fındık bacının o gün ki neşesini hala
hatırlarım.
Hasan lise son sınıfa
geçmişti. Onunda dersleri oldukça iyiydi. Annesi çifte mutluluk yaşıyordu
Yaz tatilinde onlara durup
dinlenmek yoktu.
İki kardeş geceli gündüzlü tatil
süresince hep çalıştılar, okul açıldığı zaman masraflarını karşılayacak
paralarını biriktirmişlerdi.
Bu zaman içinde yaşamlarında
fazla değişiklik yoktu…
En güzeli de onlar çok
mutluydu yaşadıklarından şikâyetçi değil aksine her gün şükrederlerdi.
Günler böyle akıp gitti… Hasan
liseyi bitirdikten sonra , makine mühendisliğini kazanmış üniversiteyi de
bitirmiş, okulu onu yurt dışına göndermiştir. Tekrar yurda döner. Başarılı,
eğitimi bitmiş mesleğini eline almıştır. Bir fabrikada işe başlamıştır.
Zaman içinde önce bir ev aldı
annesine yavaş-yavaş içini döşedi, gerekli ne varsa her şeyi tamamlayarak,
sonra da kendisine araba aldı.
Annesine haber vermeden
yapmıştı bunları.
Bir gün Hasan annesini
karşısına alıp dedi ki;
“Anneciğim bu güne kadar
başkalarının hizmetini yapıp bizi bu günlere getirdin.
Bizim için yaşadın.
Ben her gün sen görmeden
sabahlara kadar ağladım kendime söz verdim.
Bir gün gelecek seni prenses
gibi yaşatacağım ve o gün bu gün anne”
Artık zamanı geldi deyip
annesinin karşısına geçip önce ellerini öptü ve onsa sarıldı anneciğim dedi.
Fındık bacı; “dur oğul beni
boğacaksın yavaş, ne oluyor sana? Haydi söyle yoksam aşık mı oldun?”
Hasan; “anam seni bu gün bir
yere götüreceğim”, Fındık bacı heyecanlanır, “bu işte bir iş var bakalım hayırlısı”
der, mantosunu giyip oğlunun yanına oturup
arabanın koltuğuna gururla oturur…
Hasan annesini arabasını çalıştırıp birkaç sokak ötede bir yere
saparlar.
Anne şaşkın, “oğlum bu
mahallede ne işimiz var?” Aklında hep “bu oğlan bana bir kız gösterecek, yoksa
benden bir şey saklamaz” diye düşünür.
Annesinin elinden tutup güzel
bir eve götürür, annesi şaşkın!
“Oğlum bu evde temizlik mi
yapacağım?” diye sorar.
Hasan hiç konuşmaz;
Anne oğluyla evden içeri
girer şaşkın-şaşkın etrafa bakar “oğlum
bu evde kimse yok mu, evin hanımı ya da kızı nerededir?”
Hasan; “anneciğim evin hanımı
burada, senden başka hanım var mı?” Der.
Annesi; “oğlum eğlenme
benimle etrafa bakınıp, evin hanımını ara”
Tekrar oğluna dönüp, “bu evin
temizliğini de ben mi yapacağım?”
Fındık Bacı; sonunda bu
muhteşem evin kendilerinin olduğunu anlar ama inanması kolay olmamıştır…
Buzdolabı, televizyon, ütü,
çamaşır makinesi…
Elektrikle çalışan ne varsa
Hasan hepsini almıştır ve derki “anneciğim bu ev senin, bu eşyalar da senin ama
artık sen hizmet etmeyeceksin!
Evin hanımı sensin sana hizmet
edilecek…”
Fındık Bacı ağlayarak oğluna
sarılır.
Ben en büyük yatırımı sizlere
yapmışım ve işte karşılığı…
Hasan; çalıştığı şirkette çok
başarılı olması sebebi ile terfi ettirilerek, Almanya’da ki genel merkezinde üst düzey
yönetici olmuştur
Hüseyin doktor olmuş, evlenip
annesine yakın bir yerde oturmaktadır.
Fındık Bacı mahallemizden
ayrılmadı bir arka sokağa gitti…
Ne bizleri unuttu nede
yaşadıklarını…
Ömrünün son günlerini de
refah içinde geçirdi.
İki oğlu da hayırlı evlat
olup annelerini üzmedi…
Gamze YAĞMUR
08.01.2013