Bir ömür kaç kelime ile ya da kaç cümle ile anlatılır? Hayatı dolu dolu yaşamamışsan kelimeler yetmez… Çileyle ve zorluklarla geçmişse günlerin, bir günü bir asır gibi yaşarsın.
Kısa bir zaman dilimidir, deftere düşen... Yazarken, geçmişi yeniden yaşar insan. Belki korkar kendi yüzleşmelerinden… Sonuç geçmişi değiştirmez. Onlar benim gerçeğimdir, yaşanmıştır ve bitmiştir dersin.
Aylardan Aralık… Soğuk mu soğuk bir gece, oldukça rahatsızdım. Kimseye söyleyemiyordum, sancılarımın başladığını... Neden utanıyorsam? Saklamaya çalışıyordum, sanki kendi başıma gizli doğurabilecekmişim gibi…
“Ne oldu lütfen söyleyin?”diyorum...
Herkes bir bekleme içinde… Baba gelip ziyaret etsin, geçmiş olsun deyip kızını kucağına alsın diye…Ama yok …
Onun eşi, kızı bir şişe içki...
Aradan zaman geçiyor, kızım büyüyor. Daha iki yaşındayken baba çıkıp gidiyor, bir daha da gelmiyor. Bizim yaşantımız o zaman başlıyor. Düşünüyorum," Elimde küçük bir çocuk ne yaparım, hayatımızı nasıl idame ettiririz?" diye...
Aileme durumu açıyorum… Onlar, “Senin yerin, eşinin yanı,” diyorlar. İyi de nerede o eş? Gel gör ki laf anlatamıyorum. Kendimi toparlayıp iş arıyorum.Kısa zaman sonra buldum. Başlıyorum çalışmaya… Bu arada kızıma bakıcı buluyorum.
Birkaç ay sonra bodrum katında, rutubetli ufak bir ev bulup, taşındım. "Şimdilik bize yeter" diyerek, gelecek planları yapmaya başladım. Bir gün kesinlikle çocuğuma ve kendime iyi bir hayat sağlayacağım diye hayata tutunmaya çalışıyordum.
İş yerinde üst düzey yöneticilerden birisi benimle ilgilenmeye başladı. Oralı olmadım… Kimlikte dul yazınca, tüm zihniyetsizlerin hedefi oluyorsunuz. Ben de arkama bakmadan işten ayrıldım. Birkaç işyerini gezdim, telefon numaramı bıraktım, hiç ses çıkmadı. Beni düşünceler aldı. Kış yaklaşmakta, odun, kömür alınacak… İsyan etmeden Yaradana sığınıyordum.
Günler geçiyor, ben birçok gece uyumadan sabahlıyordum. Tek çarem çocuğumu alıp ailemin yanına gitmek... Kızsalar da kovsalar da başka şansım yok…
İki ay ailemle yaşadım. Annemin baskıları, benim psikolojimi fazlasıyla bozdu… Kızımı aldım deniz kenarına gittim. Kararlıydım, onunla denize girip bir daha çıkmayacaktım. Kız kardeşim arkamdan koştu, “Abla ne yapıyorsun?” deyip, bana engel oldu.
Benim için ölüm kurtuluştu. Zaten yaşayan ölü gibiydim. Sonra kendimi toparladım. İstanbul’a geri döndüm. Önce eski bir arkadaşıma gittim. Birkaç gün orada kalıp, yeni bir iş buldum. Biraz gülümsemeye ve tekrar hayata umutla bakmaya başlamıştım. Bana ihtiyacı olan bir çocuğum vardı. Hem anne hem baba olmak beni yormuştu ama öyle zeki bir çocuktu ki sanki bana destek olmak ister gibiydi çoğu zaman…
Kurduğum yeni düzende yaşam savaşı verirken, kızım büyüdü. Ana sınıfına başladı. “Anne babamı bulalım okul çıkışı onunla gelin, beni okuldan alın. Birlikte evimize dönelim. Arkadaşlarım hep öyle yapıyor.”dedikçe, içime hançerler saplanmış gibi hissediyordum.
“Kızım baban sağ, nerede olduğunu bilmiyorum!” diyemiyorum, “Öldü” hiç diyemiyom… Sessizce evimizin yolunu tutuyorduk. Cevapsız kalan soruları her geçen gün azaldı.
Zaman her şeyin ilacı, birçok yarayı açtığı gibi de kapatıyor ama bu yara kapanmayan bir yara oldu bizde. Kızım şimdi büyüdü. Genç bir kız oldu. Her şeyin farkında, babasını sormuyor ama biliyorum ki içinde yanıp kavrulan bir köz var. O köz hiç sönmeyecek. Sadece bir şişe bir hayatı değil hayatları mahvedebiliyor.
(Yaşamdan bir hikâyeyi, bir annenin diliyle anlatmaya çalıştım. Umarım beğenirsiniz.)