Evet, farklıyım: Herkes
gibi gözüksem de…
Demek ki farklı ve özel
olmak ‘’yalnız’’ olmakla eş değermiş.
Herkes kendine göre
özeldir: Görüntüsüyle, yaşam tarzıyla, hayata bakış açısıyla ve genelde de bir
gruba ya da gruplara dâhildir.
Benim dâhil olduğum
grup ‘’Yalnızlar Kulübü.’’ Ve ben bununla gurur duyuyorum. Zira başkalarına
benzemek ya da onlar tarafından onaylanmak adına asla ve asla değerlerimden
taviz vermedim, vermem de…
Günümüz itibariyle,
insanlar kendilerini konumlandırıp, sosyalleşme adı altında belirli kitlelerle
özdeşleştiriyorlar kendilerini. Bunun haricinde hemen herkesin sahip olduğu
kalıp yargılar var.
Eğitimle bire bir
ilgisi olduğunu sanırdım. Asla yokmuş. Bu, tamamen insan olmakla ilintili.
İnsanı, insan olduğu
için sevmek dürtüsü bahsettiğim; her hangi bir beklentiye sahip olmadan,
cinsiyet ayırımı yapmadan, ön yargısız, yalın ve sonsuz sevgi.
Yetiştiriliş tarzı,
karakteristik özellikler ve kişinin beklentileri. Psiko-sosyal bir anlatım
sergilemeyeceğim. Açık, net ve kısaca; ‘’sadece insan olabilmek.’’ Bu kadar basit.
İnsanlara hiçbir zaman
değer biçmedim. Ama ne yazı ki bana hep biçildi. Genel bir yargı var toplumda,
aslında o kadar çok yargı var ki dile gelmeyen…
Büyük bir samimiyetle
söylemek istiyorum ki; ben farklıyım ve bu yüzden de yanlış anlaşılmaya mahkûmum.
Doğal bir insan olmam,
samimiyetim ve içimdeki ‘’kahrolası sevgi’’ başıma hep iş açtı. Ne yazık ki,
bunu yansıtmak yadırganmakla eş değer. Bu yüzden hep kaybettim. Özellikle iş
hayatımda ve akabinde gündelik yaşantımda.
Gardımı alınca da ‘’kibirli
ve soğuk imajı’’ yapıştırılıyor anında.
Yetiştiriliş tarzımız
karakterlerimizin biçimlenmesinde çok önemli bir faktör. Zira içimizdeki saklı
hazinenin anahtarı her daim bizde.
Konuyu toparlamam
gerekirse; baskıcı, otoriter ve kuralcı bir anlayışla yetiştirildim. Ailenin
ilk ve tek kız evladı olunca durum daha da komplike bir hal alıyor. Hele ki,
babalığı geç tadan bir babanız varsa…
Okulun çıkış saati 16.00
iken, 16.30’ da eve gelme hakkına asla ve asla sahip olamadım. 16.20 dedin mi,
evdesin; aksi takdirde okulun müdürüne kadar uzardı olay. İnsan sarrafı,
otoriter bir baba size asla bir seçim hakkı tanımazdı.
Karma bir okuldu
okuduğum ama hiçbir zaman arkadaşlık boyutunun aşılmasına izin yoktu. Bu
yüzden; çağdaş, modern, eğitimli bir insan olmam ne yazık ki muhafazakar ve tutucu
yapımı bozamadı. Demek ki içimde de yokmuş.
Sahip çıktığım,
savunduğum ilkeler bana babamdan mirastır. Ama bu, benim insanlara bakış açımı
asla değiştirmedi, değiştiremez de.
Değerler, korunmak
içindir; ilkeler yaşantımızda önemli role sahiptir.
Gözlemlediğim; çivisi
çıkmış yaşam tarzları olsun, gündelik ilişkiler, mevki, makam ya da para uğruna
verilen tavizler; bana onları aşağılama hakkını asla vermez ama tasvip ettiğim
de söylenemez.
Gelelim, yaşam
tarzlarına insanların: İdeolojiler, kılık kıyafet, siyasi görüş, ahlak, inanç hiçbir
zaman etken olmadı arkadaşlıklarımda olsun dostluklarımda olsun.
Evet, farklıyım;
oldukça çağdaş, örf ve geleneklerine bağlı, hiçbir zaman aşırıya kaçmayan, sözü
özü bir insanım. Sırf bu yüzden dalgalı bir iş hayatım oldu. İşim ne olursa
olsun; en iyi şekilde icra etmek hep asli vazifem oldu. Kimseyle rekabet
etmedim desem yalan olur. Ama en büyük ve güçlü rakibim hep kendim oldum.
Farklı denizlerde
yüzdüm: İşletme, pedagoji, psikoloji ve yabancı dil. Hırslı olabilirim ama
müsaade edin de artık bir yerlerde dikiş tutturayım.
Ne yazık ki rol
yeteneğim olmadığından, bir de torpil kelimesinin anlamını bilmediğim için, ah
evet bir de yalan söylemeyi beceremediğimden sevilmediğim o kadar çok mecra
oldu ki. Varsın olsun: Ben kendime olan saygımı kaybetmedim ya.
Başaramadıklarımı
başarsaydım eminim ki akademisyen olarak ya da özel sektörde en üst
noktadaydım. Ama dedim ya; benim doğrularım, ilkelerim var taviz vermediğim. Bu
demek ki değil, başaranlar farklı. Ne yazık ki şans denen faktör de hep
aleyhime çalıştı.
Bir de bazı hem
cinslerimi anlamakta zorluk çekiyorum. Öyle taktikler uyguluyorlar ki
çözemediğim… Bunları tartışmak aşar beni, neyse… Tabii ki herkesin ahlak
anlayışı kendine göre doğru. Tabii ki sözüm meclisten dışarı. Niceleri var ki,
saygınlığından taviz vermeden nerelere gelmiş.
Haksız rekabet, bazı
haksız kazanımlar, biçilen değerler ve yine öngörüler. Hep dokuz köyden
kovulmuşumdur, sorguladıklarımdan dolayı. Benimsenen imtiyazlar, kabul görmüş
haksız kazanımlar: Nedense her yerde, her sektörde ve hemen hemen her sosyal
grupta aynı.
İlişkiler niye raydan
çıkar onu da anlamış değilim. Gerçekler, başarılar niye görmezden gelinir, asla
çözemedim. Kim, neye göre bir yargıya varır ki. Başkalarının gözünde kabul
görmek için mi?
Tüm doğru bildiklerim
şahsıma ait, yoksa ne kimseyi yargılıyorum ne de eleştiriyorum. Ama ters giden
şeylerin varlığı da yadsınamaz. Bir diğer konu da beni üzen; ’’kibir’’. Kimi
vardır içten, mütevazı ve çoğu vardır:’’Burnundan kıl aldırmaz.’’ Nereye kadar!
Ne güzel söylemiş Hz. Mevlana:
Toprak ol da yeşer:
Bin bahar olsa ne kabil
feyz-i seng
Toprak ol ta güller
olsun reng reng.
Bunu psikolojide kabul
gören bir ilkeyle de bağdaştırabiliriz:’’En büyük tepki tepkisizliktir.’’
Öğretmen olarak
çalıştığım yıllarda öğrencilerimi her daim derse katılımda bulunmaları için
teşvik ederdim. Bırak, çocuk bildiği cevabı versin: Doğru ya da yanlış. Ama
gösterdiği bu davranış, iletişimin çıkış noktası değil mi?
Hele sağ gösterip sol
vuranlar yok mu? Gel de inan onlara. Bırak bulsun yolunu su. Bu kadar mı zor;
art niyet olmadan, dostane ilişkiler kurmak. İnsanları rencide etmek, onları
kullanmak, zaaflarıyla alay etmek, alaycı tutumlar ya da sahiplenme güdüsü…
Evet, farklıyım ve
bununla da gurur duyuyorum, her ne kadar ara sıra acı verse de. En azından
ilkelerimden, doğrularımdan taviz vermeden, kimselere zarar vermeden yaşayıp
gidiyorum. En azından vicdanım rahat.
Kim bilir: Gün gelir,
ben de duygularımı öldürüp, taş kalpli, duyarsız biri olabilirim; herhalde
dünyaya ikinci kez gelişimde…
Herkese katıksız
sevgiler. Ve tabii ki Hayırlı Ramazanlar dilerim akabinde, yeri gelmişken…