Çaresizlik, telaffuz
etmekten bile imtina ettiğim bir kelime…
Güle oynaya yaşayıp
giderken gül bahçesinde, kaderin allayıp pullayıp, önümüze koyduğu aşılması zor
bir bariyer. Hele ki sevdiğimiz, kıymet verdiğimiz, gözümüzden sakındığımız
değerlerle sınanıyorsak vay halimize.
Ne yazık ki,
varlığımızı tehdit eden, bizi üzüntüye, kedere sürükleyen bir felaket senaryosu
diye de nitelendirebileceğimiz bir duygu durumu bu.
Nice savunma mekanizması
geliştiriyoruz bu etapta: Farklı bir bakış açısı, akla gelebilecek her türlü
mantıklı ya da mantık dışı eylem gibi.
Çıkış noktası ararken
bir de bakmışız ki, bir türlü çıkış noktasını bulamadığımız bir labirentin
içinde dolanıp duruyoruz.
Böylesi durumlarda
harfler yer değiştiriyor adeta: Kaderimizi yaşarken, esefle görüyor ve
anlıyoruz ki; tüm yaşanan aslında önüne geçemediğimiz ‘’keder’’ duygusunun ta
kendisi.
Heyhat, alın size
çıkmaz sokak. Ne yol var, ne bir ışık, ne bir tabela ne de bir kılavuz.
Umutsuzca yaşadığımız
gelgitler daha da vahim bir hale getiriyor hayal kırıklıklarımızı. Ürettiği
çözümler çoktan seçmeli bir sınav gibi önümüzde adeta ve yaptığımız yanlışlar
arttıkça, doğru bildiklerimizi de yitiriyoruz.
Akıl sağlığımız Allah’a
emanet, ötesi yok işte…
Ve hayat durma
noktasına geliyor yaşadıklarımızın nihayetinde. Somut olarak uğradığımız
kayıplar tüm kazanımlarımızı da görünmez kılıyor adeta.
Soyut olarak ise felce
uğruyor ruhsal yapımız. Yaşayanlar bilir ve çoğumuzun da bu tür yaşanmışlıkları
bir şekilde tehdit etmiştir bizi zaman zaman.
Nitelik olarak da
nicelik olarak da vahim bir tablo. Bizi yıkan, depresif kılan ve hayatımızdan
çalan her ne ise ket vurmaktadır duygularımıza, ilişkilerimize ve çözümsüz
kaldığımız her türlü olaya.
Çareler tükenmez denir,
sıkışıp kaldığımız durumlar için ve akabinde inanılmaz çırpınışlar içinde
buluruz kendimizi.
Bir de bakmışız ki;
girift bir süreç süre gelen ve arap saçına dönmüş yaşadığımız her ne ise.
Ya çözüm nerede…
Aslında o kilitli kapıyı açacak anahtar bizde; farkında olsak da olmasak da;
maneviyatımızın gücü, inancımız ile açabilmek mümkün tüm kilitli kapıları ya da
kutuları. Ve asla isyan etmeden, hayra yormalıyız başımıza gelenleri ya da
elimizden yitip gidenleri. İşin aslını, astarını detayıyla ne kadar düşünüp,
irdelesek de bilmeliyiz ki, insan zihninin algılayamayacağı nice gizem saklıdır
kim bilir bilmemizin mümkün olmadığı.
Ne kadar sorgularsak
sorgulayalım, çözemediğimiz ve asla çözmemizin mümkün olamayacağı neler saklı
kim bilir yaşananlarda ve yaşanacaklarda.
Hani yol ayrımlarında,
nasıl bilemiyorsak hangi seçimin bizi nereye götüreceğini; ne kadar irdelersek
irdeleyelim gücümüz ve zihnimiz o kadar yetersiz kalacaktır ki. Seçeneklerin
altındaki sonuçları bilmek aşar bizi.
Sınırlarımızın zorlandığı,
sıkıntılar yaşadığımız süreç boyunca, tek çare; kabullenip uygun
alternatiflerle yön vermek olacaktır hayatımıza.
Evet, sihirli kelime ‘’kabullenmek’’.
Zira sorun ne denli somut olarak ele alınırsa, yaklaşım ve sonuç odaklı
alternatifler daha mantıklı ve de reel olacaktır.
Bilimsel, pragmatif
çözümler üretirken; maneviyatı da elden bırakmadığımız sürece göreceğiz ki;
süreç lehimize işlemekte. Biz her ne kadar kendimizi yalnız, çaresiz ve
çözümsüz hissetsek de; hangimiz düze çıkmadık ki sayısız kere O İlahi Güç
sayesinde. Hangimiz dertlerimizden bir nebze de olsa kurtulmadık…
Unutmamalıyız: Her yeni
gün yeni bir başlangıçtır ve Yaradan asla kullarına aşamayacakları dertler
vermez.