İnanmakla başladı her
şey… Vara yoğa inanmak; gördüğüne görmediğine, söylenene hem de büyük bir iyi
niyetle…
Sevmekle başladı her
şey… Canlı, cansız; güzel ya da çirkin ama değerli benim gözünde çünkü değerli
olduğuna inandım Yaradan’ın nezdinde…
Sonra değer verdim
karşımdakine: Ama kim olursa olsun: Tanıdık tanımadık, kadın ya da erkek, çoluk
çocuk, genç, yaşlı hatta ben onun gözünde değersiz olsam bile. Üstüne üstük
bunu bilerek çünkü o insandı, duyguları vardı ve bir haysiyeti olduğuna
inandım: tıpkı benim gibi.
Ve zaman geçti…
Kovalarcasına günler günleri, saatler saatleri. Bir de baktım ki; yaş kemale
ermiş çoktan. Ve bir baktım ki; içimdeki çocuk isyan etmekte: ‘’Ben de büyümek
istiyorum, hadi, hadisene çıkar beni buradan. Ben de koşmak, isyan etmek
istiyorum. Ya da sen büyüme de beraber yaşayıp gidelim işte: Umarsızca, el
ele…’’
Çağladı gözyaşlarım
fark bile etmeden. Ben görmedim akan inci tanelerimi, oysa ne kadar da değerli
idi onlar. Annem görmesin istedim, dayanamaz ki benim üzülmeme. Ve başımı yasladım
göğsüne: Neden, neden, neden dedim defalarca. Bilemezdi benim bile bilmediğimi.
Sadece sustu, sustuk ve dinledik sessizliğin sesini. Nasıl da huzur doldu içim
ama anlıktı, olması gereken de buydu. Büyümeliydim her ne kadar istemesem de.
Peki büyüdüm mü… Sanırım büyüdüm, büyümem gerektiğini bile bile, zor da olsa
büyüdüm. Sadece olgunlaştım adı büyümek ise: ama kırmadan kalpleri. Bilirim; ne
zordur kırılmak, ne zordur sinsice sokulmak yılan gibi. Ne zordur; maskelerin
arkasındaki yüzleri hissetmek kalpten, görmesen de ve ne zordur; sessiz kalmak:
ah, ne zordur: ne çok şey vardır da söyleyemezsin. Hele ki; ön yargıları yıkmak
imkânsızdır. Bir kere çıkmışsa ok yaydan, geriye dönmek, değiştirmek
zihniyetleri, kabul ettirmek ne zordur.
Defalarca, döndüm arkamı
çekip gittim; bir kere bile bakmadan arkama, çekip gittim. Yo, hayır terk
ettiğim ne sevgili idi ne de uğradığım ihanet. Ben sadece hak sıksızlıklara
tahammül edemediğimde çekip gittim, usulca, sessizce, kimseler fark bile
etmeden…
Eğer ki; çaresizlik ve
umarsız davranışlar ise yüz yüze kaldığım, arkada kalanlar ne de mutlu oldular.
Öyle ya; sessizliğimi ikrara yordular. Savunamadım kendimi, bir kere bile. Oysa
uğradığım bu hak sıksızlıklar sadece benim yaşamak zorunda olduğum kaderimdi ya
da kadersizliğim mi demeliyim.
Tarih tekerrürden
ibaret derler ya; doğruymuş, defalarca yaşadım bunu, sayısız kere, istemeye
istemeye.
Peki, yine gidecek
miyim, hoş artık gidecek yer de kalmadı. İşin aslı, artık emin bile değilim;
gitsem mi, kalsam mı diye.
Belki de ihanet etmek istemiyorumdur eğer ki;
inanan üç beş kişi varsa. Öyle ya, vardır elbet birileri, hoş emin bile
değilim. Ne fark eder ki…
Ya ben gitmek istiyor
muyum…
Çok şey de istemedim
oysa biraz farklı olsam da ne değişir ki, sonuçta hepimiz ayrı bir renk değil
miyiz gökkuşağının içinde neşeyle parlayan.
Gökkuşağı, hani şu
görmeye pek de alışkın olmadığımız. Pek sık da göstermez kendini. Ama bir kere
göründü mü yağmurun ardından nasıl da muhteşem bir renk cümbüşüdür
barındırdığı…
Evet, evet renk
cümbüşü. Ve ben de o renk cümbüşündeki renklerden biriyim, biliyorum bunu. Hem
de en coşkulu, en parlak olanı: Hissediyorum. Ve biliyorum ki; asli görevim;
pes etmemek; her ne olursa olsun.
Sözüm var içimdeki
çocuğa; üzmeyeceğim onu ve kaybetmeyeceğim asla içimde barındırdığım her ne
ise. Evet,son kararım…