El yordamıyla ilerlemek
öylesine zor ki ancak yaşayınca anlıyor insan.
Düşe kalka ilerlemek ve
tutunacak bir şeyler aramak: Ya bir el ya bir hedef ya da gerçekleşmesi
beklenen her ne ise ve tüm bu uğraş hayatta kalmak adına.
Hele ki sorgulayıcı ve
muhalif bir bakış açısı ile bakmaktaysanız etrafınıza.
Sorgulamak belki de afakî
bir uğraş ve oldukça da yorucu ama tek düze bir bakış açısını ve genel kabul
görmüş prensipleri irdeleme şansı veriyor. Belki bir şans değil de bir seçim
şahsınıza ait her ne kadar farkındalık düzeyini yitirmiş ve belirli şeylere
odaklanmış iseniz.
Kimin neye odaklandığı
kendisine kalmış: Kimin neyi kabullendiği ya da tercihini hangi yönde
kullandığı gibi.
Belki de bir uçurumun
eşiğinden dönmek. Ve son anda tek bir hamle ile geri çekmek kendini; ani bir
refleks ile ya da bir içgüdü neticesi. Kim bilir belki de farkındalık düzeyini
yitirmişken. Hatta daha da kötüsü, kıl payı düşmekten tam kurtulmuşken,
tanımlanamayan bir gücün sizi o dipsiz boşluğa itmesi.
Tüm bunlar hayatın acı
gerçekleri yoksa ne hayal ne de bariz bir tespit yaşanmışlıklar neticesi.
Dümdüz değil ki üzerinde yürüdüğümüz yol. Kim bilir ne bilinmezlikler mevcut
fark etmediğimiz.
Kim bilir bilmediğimiz
ne hayatlar yaşanmakta bir adım ötemizde.
Doğduğumuz an
itibariyle başlayan yolculuğumuzda asla bir şansımız yok bize sunulanları
reddetmek gibi. Ne kendimizi ne ailemizi ne de kaderimizi inkâr etme hakkına
asla vakıf değiliz.
Yaşanan talihsizlikler,
payımıza düşenler.
Güven içinde yaşayıp
giderken, belirsiz bir nedenle çıkan bir yangında alevler içersinde kalıp
korkuyu ve dehşeti yaşamak mesela ve en kötüsü de asla bir çıkışın olmaması…
Bunu ister somut bir
örnek olarak kabullenin isterse mecazi bir ön görü olarak.
Zira hiçbir şeyin
garantisi yok bu düzenekte. Yok yere başımıza gelen bir kaza neticesinde
sağlığımızı yitirmek bile söz konusu. Belirli bir düzene ve imkânlara sahipken
maddi yetersizlikler sebebiyle dibi bulmamız bile olası.
Örnekler
çoğaltılabilir. Karşılaştığımız insanlar ya da beklenmedik olaylar neticesi
hayatımız alabora olabilir. Çıkan kuvvetli bir kasırga bizi alıp çok farklı
diyarlara sürükleyebilir.
Yaşanmışlıklar ve
yaşama olasılığı bulunan nicesi… Tecrübelerin öğretildiği ne bir kurum var ne
de bir okul. Sınamalıyız kendimizi ve çevremizi, elemeliyiz yanlış şıkları
yanlış olduğunu bilmeden ve öncelikle engelleri ölçüp biçmeliyiz ve kabul
etmeliyiz neyin engel olduğunu. Ve hatta kabul etmeliyiz asıl engelin
zihinlerde yer işgal ettiğini; hem bizim hem de haricimizdekilerin…
Yol ayrımları,
edindiğimiz dostluklar bile öylesine hezeyana uğratabilmekte ki hayatımızı.
Belki verdiğimiz ani bir karar hatta ani bir tepki, sarf ettiğimiz tek bir
sözcük bile ne çok şeye mal olabilmekte. Bu açıdan ince eleyip sık dokumalıyız
gerek davranışlarımızı gerek beklentilerimizi gerekse irdelemek zorunda
kaldığımız gidişatı.
Hazırlıklı olmalıyız
beklenmedik yıkımlara hangi ölçekte olacağını bilme şansımızın olmadığı.
Seçimlerimiz ve biz…
Hatalarımız ders
almamız gereken…
İnsanlar tanıdığımız ve
tanımadığımız…
Kısaca koruyup
kollamayı öğrenmeliyiz kendimizi her olasılığa karşı her ne kadar zor ve imkân dâhilinde
gözükmese de.
Sık sık şikâyet eder
durur öğrenci kesimi okulda ve eğitim sürecinde yaşadığı zorluklara ilişkin.
Oysa bilemezler, asıl mücadele okul bitince başlayacak. Zira gerçek hayat ve
gerçek dünya hazırlıksız yakalayacaktır onları. Tabi olunacak esas sınavda
mesul olduğumuz konular o kadar detaylı ve işin içinden çıkılmaz ki: Tutacağımız
yoldan tutun kazanımlarımızın ve kayıplarımızın ne olacağına kadar.
Duygular, mantık,
menfaat ilişkileri, belirsizlikler, empati eksikliği, yılgınlık ve bitmek
bilmez nicesi. Kısaca çorap söküğü gibi ardı arkası kesilmeyen sayısız gel-git.
Kocaman bir okyanus ve tek korunağımız olan o küçücük sandal. Bir de kürekleri
kaybedip, su almaya başladı mı boğulmak kaçınılmaz. Ama her ne hikmetse size el
veren mucizevî bir güç kaynağını dahi bilmediğiniz…
Herkesin hikâyesi
kendine özel ve herkes kendi hikâyesinin kahramanı. Ne bir roman ne de bir film
okuduğumuz ya da oynadığımız. Sadece isimler farklı, şahıslar benzememekte
birine tıpkı hikâyenin özel ve biricik olması gibi. Yazgılar farklı
birbirinden.
Pes etmek ise seçenek dâhilinde
bile değil her ne kadar o noktaya ara sıra gelsek de. Her ne kadar dizginleri
elimizde sansak da asıl bize hükmeden hayatın ta kendisi.
Uzun bir ömür yoksa
bizim algılamamızda mı sorun?
Ya da çok mu kısa biz
onu bitmeyecek gibi kabullenmişken.
Ama çok tatlı bir duygu
yaşadığını hissetmek ağzımız yansa da hem de sayısız kere.
Kapalı bir kutu içinde
bize Yaradan tarafından bahşedilen.
Onca hüzne, acıya,
ihanete rağmen üstelik.
Acısıyla tatlısıyla,
derdiyle tasasıyla, aşkıyla vefasıyla yeri geldi mi cefasıyla…
Sana hükmetse de sadece
yaşa sen ona hükmedercesine.
Güzeldir yaşamak her şeye
rağmen.