Dile gelesi ne çok şey duygu ve mefhum saklı satırlarda. Ne kısır bir döngü ne de yalıtılmış bir ömür. Anlık bir izdüşümü kelimeler arasında can çekişen. Biraz hüzün biraz sızı ama kalem düştü mü masaya zaten görevi ifa edilmiştir.

 

Son durak mı dediniz. Durun, daha yeni bindim. Henüz aktarma bile yapmadım. Severim yolculukları; ister bir başına isterse kalabalık olsun kompartıman. Yeter ki herkes yerini bilsin…

 

Makinist, hadi hızlan artık. Daha gidecek çok yol var. Nasıl da vakit kaybettim, diye nasıl da hayıflanırdım. Ya, şimdi…

 

İyi ki ara istasyonlarda duraklamışım yoksa onca insanı nasıl tanır ve nasıl bu denli severdim kendimi.

 

Kısa mesafelerle yol aldım sayısız lokasyonda ve yerlisi o muhitlerin. Biraz ekonomi biraz eğitim derken daldan dala kondum. Sonuç itibariyle benim de bir katkım olmalı düzeneğe.

 

Yüzlerce insan, sayısız meslek erbabı ve hırs yüklü egolar. Kendini Everest Dağının zirvesinde bellemiş onca hayalperest. Aslında hayalperest olan benim ve düşleri çalınan da. Ama illa ki bulurum kendime yeni dünyalar, yeni mefhumlar. O denli mutluyum ki dünyalar arası yolculuktan. Bu dünyanın insanı değilim de diğer yandan, zira evrensel bir yapım var. Bu da hayata âşık olmakla eş değer ve sevgiye. Evet, sevgi… Vazgeçilmezim. Sevmeye değmeyen onca insana rağmen içimdeki yozlaşmamış ve geri dönümü bir şekilde bana yansıyan yoğun bir sevgi kaynağı var ve iç içe geçmiş onca müspet duygu. Sevgi sevgiyi doğururken alın size ikincil kaynaklar…

 

Memnuniyet, hoşnutluk, bazen aşk, neşe ve yeri geldi mi de hüzün. İsmimle müsemma bir duygu gülmek ama bir o kadar severim hüznü. Zira getirisi mutluluk oldu daima ve işte daha da kıymete biniyor. Sakın yadırgamayın. Mademki yeni doğan gün her birimizde yeni bir başlangıç anlamına geliyor, hüzün ertesi basan coşku daha bir şevkle bağlamakta hayata.

 

Bu yüzden kimselerin sevmediği kadar düşkünümdür hüzne. Hadi itiraf edin ve atın sahte maskeleri.

 

O kadar çok duyum alıyorum ki… Ve bitmek bilmez gözlemlerim. Sadece atın gözlüklerinizi ve gözlerinizi ovuşturup seyreyleyin etrafınızı. Hatta dönün ve bakın aynaya ve içsel bir analiz yapın. Herkes bu kadar mutlu ise nedir bu başıboş düzen ve neden sayısız dram yaşanmakta hanelerde? O zaman neden bu denli yoğun bir kalabalık hüküm sürüyor hastane kapılarında. Kayıplarımız hiç mi yok? Demek ki herkes mutlu mesut yaşayıp gitmekte. Öyle ya bırakın geçim derdini demek ki ekonomik kriz de uğramıyor kapıya.

 

Ben kendimi hep Polynna olarak addetmişken görmekteyim ki; yeri geldi mi düşen bir damla gözyaşı oldukça hoşnutluk yaratmakta yüreklerde. Pardon, yürek mi dedim? Sanırım hatta eminim ki; yanlış bir ifade kullandım. Artık ne derseniz deyin; ister yürek ister taş. Taşın bile bir işlevi var iken taşlaşmış bir yürek ne işe yarar onu da çözemedim gitti.

 

Muhtemel de diğer yandan; kifayetsizliklerin daha doğrusu insan denen varlığın değişken duygularla örülü olması. Elbet, vardır bir nedeni, vardır bir hikmeti.

 

Derviş ruhlu bir maneviyat da girdi mi işin içine hayata yüklediğim anlam doruklara ulaşmakta.

 

Ne hikmetse, dünyevi işlere dalıp kendini kaybetmenin getirdiği duyarsızlık yeri geldi mi yapışıp kalıyor insanın üzerine. Sonuç itibariyle hükmünü ve işlevini yitirmiş onca duygu ve insan. Egosantrik bir yapı eninde sonunda nasıl da zarar veriyor hem benliğe hem de etrafa. Sonuç itibariyle; düzen oldukça kaydı merkezinden hatta ve hatta doğa da dünya da isyanlarda. Tabiat bile delirmişken biz insanların frekanslarının ayarının bozulması çok olası. Bu da demek değil ki haktır yıpratmak yıpranmamak adına. Oysa biraz duyarlılık katsak mayamıza nasıl da maya tutacak vicdanlarımız.

 

Yoksa bir vicdanımız da mı kalmadı miras yaşanmışlıklardan. Onca yaşanmazlık ve hır gür derken nasıl da dibi tuttu sevdaların, aşkların. Tadı da oldukça kavruk, buruk bir tat bırakmakta damakta tıpkı demsiz çay gibi.

 

Pek çok kavram kıvamını yitirmiş. Çözülmezliğin kıskacındaki düğüm misali ve arapsaçı olmuş. Döngüye devam diğer yandan her ne kadar yitip gitme ihtimali olsa da.

 

( Severim Yolculukları başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 25.05.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.