Çıt kırıldım düşler yine yaptı yapacağını. Tuhaf belki de ya da farklı hatta bir o kadar imkânsız. Ne fark eder ki; düşü gören ben değil miyim?

 

Onca sanrı, onca yanılgı, onca yitik duygu… Ne fark eder, her şeyden ben mesul olduktan sonra.

 

Tonlarca düşünce, tonlarca yük… Öyle ya, dünyanın derdini yüklenmişim.

 

Bir varmış bir yokmuş, diye başlayan bir masal ya da şiir mi demeli. Ne fark eder ki, yazan da okuyan da benim. Varmış, diyen her kim ise yalan söylemiş. Yoksa yoktur. Ama madem var da neden yok oluyor. Neden arkası gelmez ki… Yoksa hiç mi var olmamış bir dünya bahsi geçen.

 

Ama bir gerçek var ki; bugün varsak yarın yokuz. Kim bilir belki de her birimiz ıssız bir hayaliz isteyenin gördüğü isteyenin bir o kadar yadsıdığı. Hele ki kimlikler sorgulanıyorsa ve isteyen dilediği sıfatı yakıştırıp bildiği gibi tanımlıyorsa ne önemi var o zaman öznel olmanın.

 

Sayısız öngörü ve sayısız itham hatta binlerce eleştiri ve zihinlerdeki profile yerleştirilen o anlık fotoğraf. Dileyen dilediği resmi seçip tıklıyor zihninde. Zihnen ayrı bir yanılsama ruhen farklı bir açılım. Kim neyin açılımını neye göre yapma hakkına sahip olabilir ki.

 

Önce aynaya bir dönüp bakın bakalım, kim veriyor size o hakkı. Zira kimse kimseden mesul olmamalı ya da kimsenin kimseyi istediği gibi sorgulayıp nitelendirme yetisi bulunmamalı.

 

Benzeşmek ya da farklılık arz etmek. Benzer olmaktan kaçınırken işin yoksa bir de izah et ayrıştığın noktaları. İyi de ben oyun çamuruyum da dileyen dilediği şekli verecek ve biçimlendirecek. Ya da sayı çubuğu muyum tek tek ayrıştırılıp benzerliklerine göre kümelenecek.

 

Konumuz kümeler… Ortak özellikler, alt küme ve öz alt küme.

 

Ne bir rakamım ne de bir harf. Evet, her birimizin bir kimliği var. Ve tabii ki T.C. kimliği. Bakın sayılardan ibaretiz aslen. Kayıt altındayız diğer yandan. Her daim hem de. Ne söylesek ya da ne düşünsek bir şekilde deşifre edilmememiz ne mümkün.

 

Düzenekte herkese yer var, gibi bir saçmalık da söz konusu diğer yandan. Ne eşitlik söz konusu ne de özgürlük. Oysa söylemek istediğim binlerce şey var içimi yakan ve sayısız insan nöbet tutan. Gel de anlat. Mümkün mü?

 

Sessizliğin de bir dili olduğunu yeni öğrendim. Yeri geldi mi sessizlik bile yadırganabilmekte. Oysa sessizlik dediğimiz mefhum nasıl bir olgu ki İlahi Gücün kudretine vakıfız. Sessiz bir yakarış nasıl da vuku buluyor onca dert arasında. O sessizlik değil mi bizim destek aldığımız yegâne güç.

 

Ve aldığımız her yenilgi nasıl da yolumuzu O’na yöneltiyor. Savaşımız her cephede üstelik ve pek çok insanla. Ki farkında bile değiliz kimlerin muhalif olduğunu ya da taarruzu altında olduğumuzu.

 

Trilyonlarca hücre, katıksız bir beden, körelmiş bir zihniyet ve yosun tutmuş sayısız anı. Bu da yetmezmiş gibi zihnimize yedeklediğimiz binlerce veri. Bilinçaltına ittiğimiz onca sakıncalı düşünce ve bizi yönlendiren nicesi. Gel de çık işin içinden. Binlerce sene yaşayıp, tüm uzmanlık alanlarında ihtisas yapsam yine de çözemem varlığımı ve düşünce sistemimi. Ben beni çözemezken nasıl olabilir de alt yapımız sorgulanıp sonuca varılacak. Kim çözmüş ki insana dair gizemi. Ya kâinatın sırrı…

 

Ve ulaşılan nokta: İmkânsızlığın imkânları dâhilinde süre gelen bir devinim ve her şeyin, herkesin tek hâkimi, tek yaratıcısı.

 

İnanmamak mümkün mü ya da O’na sığınmamak…

 

Onca duygu yüreklerde yer edip, dalgalanan ve yeri geldi mi bizi alabora eden. Anımız anımıza uymazken mümkün mü geleceği planlamak. Bu yüzden de büyük konuşmamalı. Zira hiçbir şeyin garantisi yok şu ahir ömrümüzde.

 

Belki de fazla ciddiye almamalı her mefhumu ve o kadar da kale almamalı her sözü ve her insanı. Ama yine de mümkün mü yadsımak ya da kıymet vermemek. Bu da ne yazık ki kişilikle bir bir ilintili. Zira her birimiz eşitiz özümüz kıstas alındığında ve bir o kadar da farklıyız niteliklerimiz açısından. Ama bu da demek değil ki birimiz bir diğerinden üstünüz ve her hakka sahibiz…

 

İyi de neden haricimde kimse aynı perspektiften yaklaşmıyor ya da ben mi görmüyorum. Yine, sıkıştım köşeye. Çözüm odaklı olmak da işe yaramıyor. Bu sefer her şey iyice arapsaçına dönüyor.

 

Sanırım masallar gerçek. Öyle ya, bir varmış bir yokmuş…

 

Ama yine rolümden çalmışlar. Ama senaryo böyle değildi ki. Tam başrolü oynuyordum ki saatler on ikiyi vurdu.

 

Hani nerede ayakkabımın teki?

 

Bu balkabakları da nereden çıktı?

 

Bir varmış bir yokmuş…

 

Bir varız bir yokuz. Kim bilir belki de hiç olmadık.

 

Her şey gönlünüzce olsun…

( Bir Varmış Bir Yokmuş... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 17.06.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu