Rengimi çaldınız renklerimden ördünüz
gücünüzü ve ilhamımın sarkacında saklı kaygılarımı da alıp bir bir burktunuz
yüreğimin sesini.
Düşlerimin kırık tekeri.
Aşkın hacmi hazinesi özlemle iştigal
bir yürek neferi.
Göğün hezeyanı geceye sakladığım gün ışığı.
Tebessümlerin Efendisi ve İlahisi
şeceremden sökülen apoletim iken kalemimin mezarıma eşliği varsın olmasın da
bir dikili taşım elbet yetecektir bana, başucumdaki mezar taşım…
Haşmetli.
Bir o kadar kasvetli…
Sır küpü imgelerin başkaldırışı.
Yalnızlığın hicreti yakamozların
güncesi.
İhlal edilse bile sınırlarım yeni
sınırlarla duvarlarla inşa ettiğim kale duvarlarıma eşlik eden kalemimin göz
yaşları.
Şerbetli ve muktedir.
Şahikası ömrün yüce Mevla her şeye
ama her şeye kadir.
Gücüme dahi gitmezken artık yaşamak…
Gücüme güç katansa acılarım ve
ettiğim dualar.
Güç bela sevenlerin de mezarımı
kazdığı kadar…
Ve şaibeli bir gök kuşağı az evvelki
ıssızlığımla d/ağlanmış gözlerin basireti b/ağlanmış hayallerim ve maneviyatın
gücü ve ışığı.
Dertop olmuş bir imgeyi dahi
sağaltabilirim yüreğimin gücünde ve sevgisinde saklı tüm güzellikleri de
bahşeden iken yüce Rabbim.
Derken takılır aklım bir sözcüğe
akabinde doğarım doğururum şiirleri imge imge kaynakçam nasıl ki yüreğimin
tarhı ve kaynakçam nasıl ki kapımdan kovduğum gölgemin künyesi ve sırdaşı.
Söylenmemiş ne varsa üstüme alıyorum.
Üstüme alınıyorum da…
Alı al moru mor hayallerle örülü iken
saçlarım yetmedi annemin saçlarına konan kır mizaçlı kelebekleri de bir bir
koruyup kolladığım kadar kapımdan kovuyorum hayaletleri ve ölümü ve tüm
kötülüğü ve iblisi ve zalimi…
Yaram büyüse de.
Yamalı gövdemden sökün etse de tüm
uzuvlarım ve mesaiye kalmış tüm organlarım.
Oysaki ben sadece ve sadece yüreğimle
iştigalim:
Nabzını alamasam da hayatın.
Nezdinde darmaduman olsam da fenni rüzgârın.
Nakaratlardan değil niyazımdan da
alırken gücümü.
Güç bela sevenlerden de alabildiğine
uzağım madem.
Ve işte renklerin en asili iken siyah
ve de en masumu beyaz ve en asisi iken pembenin tonlarından döşerken semaya ve
yerkürenin katmanlarında saklı iken insan bedenleri:
Ya yüreğimin na’şı?
Ya, zifti ve zikri gecenin…
Yâd ellerde mahsur kalmış iken
çocukluk düşlerim.
Yarama şeker basıp bir parmak da bal
çalan kimse ruhuma akça pakça teninde şu beyaz bakir sayfanın ve işte dikiş tutturamadığım
kadar dünya işlerinde…
Diğer âleme uzanıp da.
Alet edevat gerektiren işlerin de
uzağında.
Ve zihnim.
Ve alt belleğim.
Ve hayal gücüm.
Ve nereden eseceğini bilemediğim
ilhamın rüzgârı.
Ben pişekar acıların duayeni iken…
Ben, benlik beylik söylemlerden uzak…
Kıblemde yandığı kadar İlahi Işık.
Dilemması günlerin diviti tükenmediği
kadar da yüreğin.
Kıyısından köşesinden nasiplendiğim
değil alenen yüz ölçümü evrenin ve hayal gücümün kıpırtıları ile de ihya olan
kalp gözüm.
Define avcısı bir sihir gibi
defettiğim kadar hüznü kapımdan kaçıp da kovalandığım kaderin kederli
ç/ağrısından uzak kalamadığım kadar da hüzünle yıkadığım tasniflediğim gözyaşım
ve hayal gücüm ve şiirlerim…
Dibi gördüğüm kadar da ansızın yüzeye
çıkıp devasa bir balon gibi uçuşa geçtiğim ve işte ruhumun radarına takılı
binlerce kırlangıç nice kuş ve meramı da Allah katında saklı haiz olduğum nice
vazgeçiş iken beni benden alan bir o kadar kendimi terk edemediğim ne ki
terbiye ettiğim nefsimin son hamlesinde saklı iken ölümcül bir güdü ve bedenimi
de şehri de terk edemediğim kadar kendimden geçtiğim geçeceğin bir acının da
olmaması adına niyet ettiğim…
En endamlı sevgi iken yüreğimi
kolaçan ettiğim kadar tüm benliğimle asılı olduğum bir rüya bir hayal ve işte
nasıl da uzağındayım mutluluğun bir o kadar vuku bulmasını umut ettiğim
hayallerimin de eşliğinde şiir ekip umut biçtiğim hikaye yazıp öyküler
derlediğim bir nüans bir tını belki de ince uçlu bir acının dar açısına sıkışıp
kaldığım kadar da hayatın irdelediği bir sihir bir tılsım bir mucize umduğum
kadar kainatın bol kepçe sevdasından ve niyazından düştüğü kadar payıma ve
içinde anne geçen her cümle iken de başımın tacı…