Şüpheler doğurgan bir
edimden de öte, getirmediğim açılımlarda sürç-ü lisan eden o devingen ses kadar
da boğuk bir ruha denk düşen. Sorun addedilen bir şey olmasa gerek, diye
düştüğüm yolda anlık bir yalıtım iken, perde arkasından yansıyan ve neredeyse hayatımın
arka fonundan ön sahneye geçmeyi maharet bilen. Karışık olduğunun farkındayım
zira çözümleme sürecinde ben de bir o kadar zafiyet ile yakın temas
içerisindeyim. Şükrettiğim onca şey varken, anlık bir rötuşla hayatıma yön
verme telaşı içerisinde anlam veremediğim harici güçler üstelik adından
sanından bihaber ve ben yoluma devam ederken, bir zafiyetmişçesine bana tanınan
yaşama hakkımın sınırlarının ihlal edilmesi.
İlk kez de değil
üstelik ki sayısını dahi unuttuğum anlamsızlıklara eklenen yeni bir zincir ve
ben her ne kadar gönüllü olsam da yaşamak adına, gönülsüz bir farkındalık,
geliştirdiğim ve bir o kadar sancılı bir var oluş süreci.
Hayat yeteri kadar zor
iken, an’ı kıymete bindiren müşfik bir dokunuşun özlemi iken yüreği saran ve
akabinde sürece müdahil olan onca yanılgı ve yalan yüklü çekinceleri idrak
etmenin de ötesinde mecbur bırakıldığım bir kıyım.
Hayallerim bu kadar
zararsızken ve korunaklı bir dünyanın kıyısında, kuş bakışı seyrederken
benliğimi, bir anda kaybolduğum katmanları benliğin yetmezmiş gibi anlam
veremediğim dış mihraklar.
Gönülsüz hiçbir cümlem
yok çünkü edilgen bir hayatın izdüşümü tüm yansıyan ve geride kekremsi bir tat
bıraksa da geçen zaman zarfında. Büyüten mi acıtan mı? Seven mi sevip de nefret
odaklı bir seyre maruz kalan? Çok ama çok gereksiz üstelik körelten bir zafiyet
geliştirdikleri bu taarruz ki kime ait olduğundan ziyade, gereksiz bir telaş
hem de bertaraf edemediğim yine de pek o kadar umurumda olmadığı.
Bir günde yarattım yeni
dünyamı ki bir günde öldürmüştüm önceki hayallerimi. Ölenlerin ardından yas
tutmadan yeni bir hayale yelken açtım ve ardı arkası kesilmedi. Yeni bir
gündönümü ki biliyordum bir müddet sonra karanlığın üzerimi örteceğini ve asla
da sorun değildi ki hala da süreç aynı istikrarla işlemekte. Geceyi hep
sevmişimdir ve karanlığı da çünkü sadece izafi bir boyut adına gece denen.
Mademki ışığım aralıksız yanıyordu hiç mi hiç sorun değildi geceyi karalamak ne
de olsa gündüz bile zan altında bırakılırken, aydınlık yanımdı asla sönmeyen
ışıldağım.
Karışık gibi gözükse de
hiçbir detayı göz ardı etmek istemiyorum.
Çok olmadı desem de
neredeyse yarım asra ramak kala ve ben hala bir çocuk kadar yaramaz ve huysuz
bir dünyanın mimarıyken asla sorun etmiyorum geliştirilen tutarsızlığı çünkü
beslemediğim art niyet asla sahiplenmekle yükümlü kılınabileceğim bir olgu
değil.
İnanmama az kalmıştı
ki, yangın alarmı çalmaya başladı hem de daha bir iki saat evvel. Kimine göre
yangın başlamıştı ama bana göre hayatımım en güzel tevafuku idi üstelik son
zamanlarda rast geleceğime pek emin olmasam da… İşte uzaklardan bir eldi
dokunan hem de yılların özlemi ile yüreğimin pekiştireci kısaca bir sevgi
istilası.
Mahrem kılınan mademki
özelimiz, asla ihanet edemem değerlerime ve karşımdakilerinin sahip olduklarına
ya da hak iddia ettiklerine yeter ki asılsız ve destursuz imgelerle süslenmesin
beyanatlar. Sorun değil inanın ki çünkü sorun addedilecek ne gibi vukuat
olabilir ki müdahil olmam beklentisine sahip oldukları ve benim de asla oralı
bile olmadığım.
Tek bir kelime ile özetlemem
mümkün olsa keşke duyumsadıklarımı. Aradığım ve bulamadığım o tek kelime ama
bilin ki içinde olumsuz ne bir gerekçe sığdırabilirim ne de gereksiz bir lehçe
ile süsleyebilirim yalın tarafını hayatın. Hayat dediğimiz… Sizce sahip
olduğunuz mu sahip olmayı arzu ettiğiniz mi?
Göreceli şıklar ama bir
o kadar yanlış. Çünkü tek gerçek var: Sahip olduğunuza şükredin ve asla da
ihlal etmeyin başkalarının özelini ve öznel ayrıcalıklarını. Hepimiz biriciğiz
çünkü her birimiz özel ve tekiz fakat hangi akla hizmetse, bunu bir üstünlük
olarak algılıyoruz. Ne bir ayrıcalık ne de maske takmamızı gerektirecek bir
üstünlük. Seyrettikçe film şeridi uzadıkça uzuyor ve tekerrür eden aynı sahne
sadece oyuncu değişikliği ile uzamakla meşgul iken aynı hikâye: yer, söv, örsele
ve haykır ne kadar haklı olduğunu üstelik detayları dahi kaçırmadan sadece
iddia et ve zan altında bırak tüm anlamsızlığın anlam addedilip, bir kareye
sığdırdığınız o uzun hayat hikâyesi.
Suçluyum hem de nasıl
çünkü inanmayı şart koştum kendimi bildim bileli ama asla hak da iddia
etmiyorum a’dan z’ye sahip olduklarımı istismar edip daha da hak iddia etmem
konusunda gelin görün ki, elimi taşın altına sokmaktan kendimi alamıyorum çünkü
sakıncalarını madem bertaraf ettim öznelliğin ve dürüstlüğün, zor da değil
artık yansıtmam gerekenlerin ne denli zaruri olduğunu.
Farklı bir kimliğe
sahip olmayı diler miydim peki? Sanmıyorum ki her ne kadar günlük ritüele
uyamamam, bir suç gibi kabul edilse de içimdeki sevgi ırmağının kurumasına asla
izin vermeyeceğim. Çok ilginç ki; son zamanlarda kendimden şüphe etmeye kadar yaklaştım,
süreç ve zihinsel bir bulanıklık da esir almışken epeydir. Gerçeklerdi mademki
rayından çıkan, ben de mi çıkmıştım yoldan? İmdadıma yetişenlere şükürler olsun
bunda sevginin sahip olduğu pay en büyük pasta dilimi yüce Yaradan’ın bana
bahşettiği.
Sen, siz ve onlar hatta
ben ve yetmedi içimdeki matruşkalar; kimi zaman yılgılarım kimi zaman umutsuz
ve kimi zaman çok mutlu belki de galip gelmekten ziyade örselenmenin getirdiği
o hayal kırıklığı. Mademki ben bana aidim, suç mudur bir insanın hayallerine
sahip çıkması ve inanın ki hiç mi hiç kolay değil, çaldırdıklarımının bende
yarattığı hezimet: Koca bir ömür en derine gömdüğüm ve şimdi elimde kalan tek
hazine ucu kırık bir kalem üstelik en zararsız edim görüp göreceğim belki de
göremeyeceğim. Bir kalemde nasıl kırıp yok edebilirim bu derviş ruhlu
arkadaşımı?
Anlam vermesem de anlam bulduğum…
Anlama güçlüğü çeksem
de anlatmaya doyamadığım…
Susmam gerektiğini de
hiç düşünmüyorum çünkü bana bahşedilen bu ömrün son armağanı olabilir hele ki
bu güne kadar kaybettiklerimi de göz önünde bulundurursam. Sorumlu olduğum tek
merci ve dayandığım, inandığım üstelik gücenmiş olsam da bunca haksızlık yüklü
ithamlara yüklenen sıfatların izdüşümü iken yaşadığım hayal kırıklığı iken söz
konusu olan.
Hele ki yapılan şu hata
yok mu: Doğurgan olması gereken bir mefhum iken sevgi, günbegün yitip giden bir
değere karşılık gelmesi ve eninde sonunda en büyük değersizlikle eşleştirilmesi
ki telaffuz etmekten imtina ettiğim. Bildiniz: En sakil ve benliği çürüten yegâne
mefhum adına nefret denen ve bir adım sonrası iken o meşum gıybet dürtüsü.
Ne zamandan beri bu
denli zor oldu sevgiye vermediğimiz kıymet bir yandan benlik katsayımız iken en
yüksek rakıma tekabül eden…
O dağ tepesi
ulaşamadığımız ve hayallerimizin çöplüğünde ölen onca hatırat sadece
rüyalarımızda karşımıza çıkan…
An gelip
kendimden/kendimizden şüpheye düşüp de söylediğimiz ya da duyduğumuz yalanlara
inanır hale gelip, sefilliğin rötuşu ile mağlup geldiğimiz ve köreldiğimiz yine
de iki nokta arasındaki en kısa yol her ne kadar biz uzatsak da üstelik
gereksiz yere ve pek çok pekiştireç iken rast geldiğimiz.
Sahi, sevmek bu denli
mi zor da kendimizle bile kavga halindeyiz?
Sorun değil inanın ki
ve asla da zor değil hele ki mademki sevdikçe çoğalacağımız ve çoğaltacağımız
bir dünya sahip olmamız gereken, ben üzerime düşeni yapıyorum ve haykırıyorum
yine de duyulmayacağımı bilsem de kimine göre de boş bir küre iken içinde
devindiğim lakin vazgeçmemi gerektirecek hiçbir boyunduruk ile kuşatılmış
değilken, sahip çıkmam gereken hayatın kıyısında ve kuş bakışı seyrindeyim iç âlemimin.