Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 12/11/2016
Okunma Sayısı : 1361
Yorum Sayısı : 1


Babam konuşulmayacak, hatta bazen yanına bile yanaşılamayacak kadar asabi bir insandı. 
Ama çok dürüsttü. Yapmış olduğu meslekte o yıllarda rüşvet olayları çok fazlaydı. Öyle ki
Gümrük memuruyum dendiğinde hemen herkes zengin olduğunuzu düşünürdü. Çok detayına 
girmeyeceğim ama öyle bir zincir oluşmuştu ki, hizmetlisinden, memuruna, memurundan amirine, 
müdürüne hatta müsteşara ve bakana kadar uzayan bir zincir. Rüşvet sanki yasalmış gibi alınıyordu.

İşte sevgili babam bu çarkın içinde dürüst kalmayı başarabilmiş ender insanlardandı. Çalışmış
olduğu bir liman gümrüğünde başına geleni hiç unutmam.

Zamanın Gümrük bakanı sadece amir ünvanında olan babamı bir olaya dahil etmek, daha doğrusu
ikna etmek için İstanbul'a Raffaella Carrà konserine götürmüştü. Bütün çabalarına rağmen babam
kabul etmemiş, sonucunda on beş günlüğüne İstanbul Haramiderede geçici görevle görevlendirilmişti.

Muhtemelen babam yeniden göreve döndüğünde, onlar işi bitirmişlerdi.  
Şimdi düşünüyorum da belkide bu kadar asabi mizaca sahip olmasının en büyük nedeni dışarıda 
görev esnasında yaşadığı bu sıkıntılardı. Sırf bu zincire dahil olmaması nedeniyle iş arkadaşları 
tarafından hiç sevilmezdi. Hatta birazda esmer olduğu için ona karanlık Ahmet ismini takmışlardı.

Ama cenazesi sanki bir devlet adamının töreni gibiydi. 

Cenaze dedim de, babamın cenazesi de ayrı bir olaydı. Ben şu mahkemenin para cezasını kimin 
ödediğini bir türlü anlatamayacağım galiba.

Bin dokuz yüz seksen bir yılının altı Temmuz günüydü. O günlerde babamın rahatsızlığı iyice
artmıştı. Akşama doğru çok fenalaşınca görev yaptığı iş yerinin revirine götürdük.  Ancak
revirde ki doktor, acilen hastaneye kaldırılması gerektiğini söyledi. Hemen bir ambulansla 
İstanbul Haydarpaşa Numune Hastanesine yetiştirdik. Yanımda annem ve küçük ablam vardı.
Ambulansa hemşire vermemişlerdi. Doktor oksijen tüpü bağladı, bana da ağzındakini 
çıkarmamasını tembih etti. Ama rahmetli o kadar sinirliydi ki ambulans da da yapacağını yapmıştı. 
Nasılsa pencere aralığından sağımızdan geçen bir otomobil görmüş.  Hemen oksijen maskesini 
çıkarıp bağırmaya çalıştı "pilavın mı soğudu" diyerek,  tam olarak sesi bile çıkmadı. Baba ne 
yapıyorsun dedim tekrar maskeyi taktım.

Doktorlar durumun iyi olmadığını söyleyince İstanbul Bakırköy'de yaşayan amcama haber verdim.
Hastane yatış işlemlerini yaptıktan sonra amcam annem ve ablamı alarak sabah gelmek üzere 
kendi evlerine götürdü. Bense o zamanların kuralına göre Hükümet tabibinden sevk almak için
tekrar İzmit'e döndüm.

Ramazan ayının dördüncü günüydü, gece sahura kalktım ondan sonra bir türlü uyku tutmadı.  
Erkenden giyindim ve hemen önce babamın iş yerine, oradan da Hükümet tabibine giderek sevk
işlemini yaptırdım. 

İstanbul'da Hastane bahçesine girdiğimde saat öğlene yaklaşıyordu. İçeri almayabilirler diye
düşünerek ziyaret saatini beklemeye başladım. Hatta bahçede ayakkabılarımı boyattım.

O ara bahçede babamın iş arkadaşlarından birisini görünce şaşırdım. 
Merhaba amca ne işin var burada diye sordum. O hiç bir şey söylemeden koluma girdi.
Bense bir şey anlamamıştım. Amca babam burada yatıyor, onu ziyarete geldim diye söyleyince
gel beraber gidelim dedi. Peki dedim ama beni değişik tarafa götürdüğünü fark ettim. Amca
babamın yattığı yeri biliyorum, nereye gidiyoruz deyince yine hiç unutmadığım bir söz söyledi
"Gel yavrum gel, kendine dikkat et, aklına bir şey gelmesin" Ne demekti bu o an bu sözü de
anlayamamıştım.

Biraz sonra her şeyi anladım, annemle, ablam yere çökmüş ağlıyorlardı. Amcamsa ortalıkta 
yoktu.

Meğer amca beni morgun önüne götürüyormuş, o gece babamı kaybetmişiz. Bende onların 
yanına çöktüm, dakikalarca ağladım.

Amcam tabutu koymak için araba bakmaya gitmiş. Az sonra Chevrolet bir arabayla geldi.
Chevroletmarka arabalar o yıllarda İstanbul'da dolmuş taksi olarak kullanılırdı. Cenazeyi 
arabaya yükledikten sonra, sanırım amcam işlemler için tekrar içeri girdi. Bense o kadar 
kötüydüm ki arabaya bile doğru düzgün bakmamıştım.

İşlerini bitirip geldikten sonra amcamın araba nerede sorusuyla irkildim.


İstanbul'da Emniyet güçlerimize yapılan hain terör saldırısını nefretle kınıyorum

Yirminci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN

( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (20.bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 12/11/2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.