Sağımıza solumuza baktık cenaze yüklü taksi ortalıkta görünmüyordu. Ayakta durmamızın zor
olduğu o anda Hastane bahçesinde aramadığımız yer kalmadı. Bir sürü insana sorduk herkes
görmediğini söylüyordu. Hepimiz şaşkın bir vaziyetteydik.
Amcam artık umudu kesince varsayımlar üretmeye başladı. Hemen hastanenin altındaki yolda
bir benzillik vardı çıkayım oraya bakayım belki benzin almaya gitmiştir dedi. Bir müddet
sonra geri döndü, araba orada da yokmuş. Sonunda şoföre cenazenin İzmit Derince'ye gideceğini
söylemiştim, belki de yola çıkmıştır deyince, yola çıkmaya karar verdik. O zamanlar henüz
İzmit-İstanbul otobanı yoktu. Yani tek gidiş yönümüz olduğu için, yola çıktıysa görme
ihtimalimiz olur diye düşünmüş olmalıyız.
Yol boyunca hep bakındık, içimden inşallah rastlarız diye dua ediyordum. Ama nafile, Gebze,
Hereke, Yarımca hepsini geçtik. Araba ortalarda yoktu. Sonunda Derinceye geldik. Büyük ablam
gelmiş, erkek kardeşimle birlikte evi açmışlar. Komşular ve babamın iş arkadaşları, aileleri
evde büyük bir kalabalık.
İçeri girer girmez bir akrabamız hemen bana sordu.
-Başın sağolsun Fikret, getirdiniz mi cenazeyi?
-Hayır cenaze kayıp.
-Nasıl yani, nasıl kaybolur cenaze.
Artık daha fazla ayakta duramadım. Yere çöküp ağlamaya başladım. Annemi ve ablamıda alıp
bir yerlere oturtdular.
Yoktu, cenaze yoktu, gerçekten kaybolmuştu.
Bir müddet sonra amcam yeni bir fikir attı ortaya, bu adam belki de geldi buralarda bizi arıyor,
bir kaç kişi çeşitli yerlere soralım.
Belediyeye, camilere, muhtarlara herkese soruldu. Ama nafile, yer yarıldı araba içine girdi sanki.
Acaba yola çıkıp gelmekle yanlış mı yapmıştık. Ancak tek çaremiz buydu. Hastanenin hemen bütün
kapılarına bakmış, herkese sormuştuk.
Cenaze olmamasına rağmen evde Kuran-ı Kerim okunmaya başlanmıştı. Her gelen cenazeyi
soruyor, bu sorular bizi daha da üzüyordu. Allahım zavallı babacığım ne talihsiz adamdı. Cenazesi
bile kaybolmuştu.
Bu defa dayım kendisi de Gümrük Memuru olduğu için, İzmit Derince Gümrüğüne gitti. Oradan
İstanbul Gümrüklerini arayıp Hastaneye bir daha bakmaları için haber verdi.
Akşama doğru haber geldi. Gümrük memurları Hastanenin bizim bakmadığımız bir kapısında
arabayı bulmuşlar ve iki Gümrük memuru refakatinde cenaze Derince'ye doğru yola çıkmış.
Evimiz ana yola yakındı. Yol boyunca hemen iki yüz metre arayla yolda babamın memur arkadaşları
beklemeye başlamışlar. Saat akşam yedi sıralarında konvoy halinde cenazeyi getirdiler.
O zamanlar camilerde ve belediyelerde cenaze bekletilmezdi. O gece babamın tabutu sabaha kadar
evde kaldı. Bizlerde başında bekledik.
Allah kabul ederse oruçluydum. Orucumu bir yudum su ile açtım. Bütün ısrarlara rağmen bir
lokma bile yemek yiyemedim. Öylece babamın tabutuna bakıp duruyordum.
Ertesi gün öğle namazında rahmetli babam defnedildi. Cenazede çok büyük bir kalabalık vardı.
Gözlerime inanamıyordum. Hani bu insanlar onu hiç sevmiyorlardı. Hani karanlık Ahmet adını
takmışlardı. O zamanki Gümrük Müdürü bize sonradan söyledi. Mezarlıkta okumak için babam
için bir şiir yazmış. Ancak duygulandığı için okuyamamış. Ah be Müdür amca ah, hani sende
onu sevmeyenlerdendin.
Demek ki rahmetli dürüstlüğü ile ardında iz bırakmıştı. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet
olsun.
Babamın ardından iki kişinin kolunda gidiyordum. Büyük amcam halime baktı ve babanın
arkasından öyle gidilmez dik dur dedi. Kendimi biraz toparlayıp başımı kaldırdım, dik yürümeye
çalıştım.
Daha ilerki bölümlerde anlatacağım anlatmasına da, bir yıl önce okuldan atılmakla babamı
nasıl üzdüğüm hiç aklımdan çıkmıyordu. Sanki ölümüne ben sebep olmuşum gibi büyük bir
suçluluk duygusu kaplamıştı içimi. O ölümü hissetmişti mutlaka, çünkü erkek kardeşim henüz
öğrenci olmasına rağmen, küçük ablama bu çocuklar bir işe girseydi keşke dediğini duymuştum.
O an buna bir mana veremedim. Belki de kendisinden sonra perişan olmayalım diye düşünmüştü.
Askerlik dönüşü af yasasından tekrar okula dönüp bitirdim. Diplomamı alır almaz babamın
kabrine gittim. "Affet babacığım, bak diplomamı aldım, biliyorum çok üzülmüştün ben okuldan
atıldığımda, artık istediğin gibi Üniversite mezunuyum " Ağladım, ağladım, ağladım...
Yirmi birinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN