Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 9.01.2017
Okunma Sayısı : 1327
Yorum Sayısı : 3
 
O kısacık anlarda aklımdan bir sürü şey geçmişti. Hatta Ahmet ARİF'in çok güzel bir şiirini bile 
o anki durumuma yakıştırmıştım.  Hayatımın bir bölümüne damgasını vuran olağan üstü dizeler.
 
"Terketmedi sevdan beni
Aç kaldım, susuz kaldım
Hayın karanlıktı gece.
Can garip, can suskun
can paramparça.
Ve ellerim; kelepçede.
Tütünsüz, uykusuz kaldım
Terketmedi sevdan beni."
 
Henüz çok gençtim, Ahmet ARİF bunu kime yazdı bilmiyorum ama sevdiğine ise benim o çağda 
bir sevdiğim yoktu. Üstelik biz o zamanlar bir kızı sevsek bile cesaret edip söyleyemez ve bütün kız arkadaşlarımıza bacım derdik. Ama tüm olanlara, tüm yapılanlara karşılık vatanıma olan sevgimi kaybetmemiştim.  Hiç bir zamanda kaybetmedim.
 
Daha sonra ise bir suçum yok fazla tutmazlar herhalde, yediğim dayakla kalacağım diye düşündüm, 
bir taraftan da ailem geldi aklıma. Duyarlarsa kim bilir ne hale geleceklerdi... 
 
İhtilal sabahından beri sadece bir kere haberleşebildiğimiz için zaten mutlaka  endişe içindeydiler.
 
Bir ara sesli düşünmüş olacağım ki, ağzımdan "Ah anacığım ah!" Sözü çıktığında, adamın ananın 
diye bir küfre başlaması nedeniyle çektiğim bütün acılara rağmen bir daha annemin adını ağzıma 
almadım.
 
Biraz sonra beni yalnız başıma bir odaya bıraktılar. Tahta bir sandalyeye oturtuldum. 
 
Odada benden başka kimse, hatta başka bir eşya bile olmadığını hissediyordum. 
 
Az sonra yan taraftaki odalardan gelen bağırma ve inleme sesleri ile irkildim. Arada bir tokat 
sesine benzer, hatta bir insanın kafası duvarlara vuruluyormuş gibi sesler geliyordu.
 
Bu duyduğum sesler, bir müddet sonra benim başıma gelecek şeylerinde farklı olmayacağının 
işaretiydi. 
 
Acaba diğer arkadaşlarımda aynı yere mi getirilmişti? Aklımı kurcalayan bir sürü soru...
 
Kafamı kurcalayan ve beni korkutan o kadar çok şeyi kısa süre de yaşamıştım ki...
 
Saati kestirmeye çalıştım. Her halde artık öğle saatlerine yaklaşıyorduk. Birden kapı açıldı ve iki 
kişi konuşarak içeri girdi. Sesinden birisinin beni getiren ve daha önce sorgulayan adam olduğunu 
anladım.
 
İlk soruyu aynı ses sordu
 
-Nasılsın aslanım, yerin rahat mı?
 
Ne diyeceğimi bilemeyip cevap vermedim.
 
İkinci soru yanındaki adamdan geldi
 
-Kimsin sen, adın ne?
 
-Adım,ismim Mehmet Fikret 
 
-Peki soysuz musun?
 
-Nasıl yani?
 
-Soyadın yok mu oğlum?
 
-Var tabi, Ünalan soyadım Ünalan
 
-Neyde ün aldın sen, anarşistlikte mi?
 
Odadaki ilk tokatı sert bir şekilde "Anarşist falan değilim ben" dediğimde yedim.
 
Ardından ilk adam başımı okşadı ve "Böyle dayılık yaparsan, anlaşamayız seninle" Dedi.
 
İkinci adam
 
-Anlaşırız, anlaşırız hele sen biraz okşa sonra ben başlayayım okşamaya da o zaman anlaşırız. 
Bunlar sevgiden anlarlar. Vatanlarını, Milletlerini çok severler. Kendileri de sevgi isterler tabi
sevmeden, okşamadan konuşmaya başlamazlar.
 
Anlaşılan daha başıma gelecek çok şey vardı. Metin olmaya çalışıyordum.
 
O arada yandaki odalardan gelen sesler artık çığlıklara dönüşmeye başlamıştı. Bir kaç alaycı soru 
daha sorup adamlar gittiler. Belli ki daha bana yöneltecek ciddi bir suç bulamamışlardı.
 
Yandaki odalardaki çığlıklar bir süre daha devam etti. Sonra yavaş yavaş azalmaya başladı ve kesildi.
 
Akşama doğru kapı tekrar açıldı. İşte şimdi başlıyorlar diye düşündüğüm anda:
 
Bir ses "Gel, gelde al şunu diye seslendi." Sonra "ama sen bağlısın halen değil mi gelemezsin" 
Diyerek içeri girdi.
 
Hiç beklemediğim bir şey yaptı ve gözlerimi açtı. Elinde bir tabak içinde bir kaç tane zeytin ve bir
dilim ekmekle, bir bardak su vardı.
 
Daha sonra zayıf vücudundan beklenmeyen bir kuvvetle acıtarak ellerimide çözdü. 
 
Sonra kendince hayıflanarak "Temiz yüzlü bir çocuğa benziyorsun, ne diye bulaşırsınız ki, böyle 
şeylere" Diyerek söylendi.
 
Faydası olmayacağını bildiğim için cevap vermedim.
 
Elindekileri bıraktı ve çıktı.
 
Buraya geldiğimden beri saatler geçmesine rağmen hayretle açlık hissetmediğimi  fark ettim. 
Zaten bu durumda kimin canı yemek isterdi ki? Sonra açlık grevi yapıyorum zannederler de bir 
sıkıntı yaşarım düşüncesi ile bir kaç lokma aldım. Suyun tamamını içmedim. Biraz sonra içerim 
diye düşünmüştüm.
 
Fakat on beş yirmi dakika sonra aynı adam tekrar geldi. Ellerimi ve gözlerimi bağladı.
 
Ardından nefesini yüzümde hissetim ve "Suyu içmemişsin çok ararsın bunu " Diye konuştu.
 
Hayır sonra içerim dedim. Ancak o umursamaz bir tavırla "Geçti artık" Diyerek suyu da alıp gitti.
 
Az sonra leş gibi bir battaniye ile yeniden geldi ve "Bir tek battaniye ister üstüne yat, ister 
üstünü ört" Deyince. Ellerim ellerim dedim. Ellerim bağlı iken nasıl yatarım.
 
Adam bir hırıltıyla gülerek "Ben orasına karışmam, ellerinin çözülmesi gibi bir şansın yok" 
deyince biraz cesaretimi toplayarak, o halde battaniyeye yatmama yardımcı olur musunuz" diye 
sordum.
 
"Peki paşam ama kimse duymasın" Diyerek bir mengene gibi omuzlarımdan tutup, beni 
battaniyeye doğru sürükledi. Artık kuru bir battaniyenin üzerinde yatar durumdaydım.
 
Kırk dokuzuncu bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN
( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Kırk Dokuzuncu Bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 9.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.