Yaza doğru her yerde olduğu gibi yavaş yavaş bizim iş yerinde de bazı genç personelin
düğün olayları, ya da sünnetler başlamıştı.
O zamana kadar hayatımda halay çekmek dahil hiç oyun oynamamıştım. Ama o kadar
mutluydum ki, daha ilk düğünde kendi kendime ilk düğünde oynama kararı aldım.
Ve o düğün aynı işyerinden iki arkadaşımızın düğünüydü. Veli ve Mustafa ile anlaşarak
üçümüz bir örnek giyindik. Düğün başladığında herkesin şaşkın bakışları arasında ortalığa
düştük. Biraz da alkol alınca, haydi bakalım "tutmayın beni" Beni iş yerinde sakin, efendi
halimle tanıyan arkadaşlarımın şaşkın bakışları arasında özellikle Veli ile birlikte sahneyi
hiç kimseye bırakmadık.
Hayatımda bir daha böyle göbek attığımı hatırlamıyorum. Öyle ki yaptığıma kendim bile
inanamadım. Hatta ertesi sabah işe geldiğimizde, bazı arkadaşların "Nasıl güzel oynadınız
öyle dün akşam" Sözleriyle utandım.
Öğle tatilinde Lokale çay içmeye indim. Aysel hanım ve daha sonra personeli olacağım
Amir arkadaş Fahrettin bey birlikte oturuyorlardı. Aysel hanım beni görünce amir beye
döndü ve görüyor musun Fahrettin gençler nasıl oynuyorlar dedi. Fahrettin bey de vallahi
ben anlamadım onların nasıl oynadıklarını, nasıl bir enerji bu böylegençlik işte deyince
yine çok utanmıştım. Ancak buna rağmen daha sonraki düğünlerde de aynı şeyi yapmaktan
geri kalmadık.
Hele bir de ikinci düğün çok sevdiğim arkadaşım Tunay'ın düğünüyse nasıl oynamazdım ki,
sağ olsun yine Veli bey ve Mustafa beyde bana uymuşlardı. Oh değmeğin keyfimize, üstelik
artık arkadaşlarda bizim düğünlerde böyle kurt adam olma hallerimize alıştıkları için daha
rahattım.
Günler geçtikçe ve bu tür etkinlikler artık beni tüm personelle iyice yakınlaştırmıştı. Hepsini
seviyordum. Hepsi de beni çok seviyorlardı.
Okula gelince , ikinci vizelerde Amirlerim bana yine on gün mazeret izni verdi. Bu sınavlarıda
başarı ile atlattım. Ama artık mazeret izni hakkım bitmişti. O nedenle onlarda çaresiz kaldılar.
Final sınavları gelip çattığında ne ben ne yapacağımı, ne de onlar bana artık ne şekilde izin
vereceklerini bilmiyorlardı.
Önce Azize hanımla konuştum, sonra birlikte Güney beye gittik. Ama yok, yapılacak bir şey
yok ki yapsınlar.
İşimi çok seviyordum. Hem bir daha böyle bir iş, hele ki Devlet memurluğu zor geçerdi elime.
Ama okuluda mutlaka bitirmek istiyordum. O diplomayı alıp, diplomayla birlikte zamanında
çok üzdüğüm babamın mezarına gidecek. İşte babacığım bak diplomamı aldım, üstelik artık
çalışıyorum, seni çok üzdüm biliyorum, ne olur affet beni diyecektim.
Ne işten vazgeçebilirdim, ne de okulumdan, Azize hanımla ve Aygün çareler aramaya başladılar.
Ama nafile...
Başta Güney bey olmak üzere, Azize hanım, Aygün hanım hepsi aslında üzerlerine düşeni
yapmışlardı. Daha asaleti onaylanmamış bir memura kolay kolay hiç bir kurumda yirmi gün
mazaret izni verilmez. Bunu daha sonraki yıllarda çalıştığım bir çok kurumda gördüm. Öyle
ki saatlik idari izinleri bile toplanıp, yıllık izinden düşülen kurumlar olduğunu bilirim.
Sonunda istifa etmeye karar verdim. Azize hanım istemeye, istemeye dilekçemi Güney beye
götürdü. Güney bey de duruma üzülerek muvafakat vermeden önce Müdürümüz Cemal beyle
görüşmeye gitti. Bir müddet sonra Cemal bey beni odasına çağırdı.
Doksan yedinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN
(
Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Doksan Yedinci Bölüm) başlıklı yazı
MehmetFikret tarafından
2.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.