1
Biraz farklı olmak
aslında metazori bir yaşanmışlığın fıtratında saklı.
Zamandan ayrı bildiğim
dünü güne mal ettiğim; yarımı yarınımdan uzak tuttuğum belki de sihrine vakıf
olmak yine evren tahakküm yüklü bildirgesinde bizleri bir bir öğütürken.
Yel değirmenlerinde
hoyrat bir buğday tanesiyim hoş yel değirmenin kendisi benden daha da hoyrat.
İçimdeki zehri içimden
yalıtan; sonramı kucaklamak adına dünüme de ihanet edemediğim.
Hibe ettiğim
duygularımdan kalan zerrecikler.
Taammüden öldürdüğüm
kimliğime yakın bir ton seçmek adına bir mizansen uyarladığım.
Düşkün adamlar sordular
bana dün:
‘’Nereden düştün bu
çukura?’’
Aslıma ihanet edemezdim
ve açtım heybemin ağzını.
Zamansızmışım ben.
Amansız bildiğim bir
aşkmış madem bu düştüğüm aşk.
Zanlar suretimde birer
mühür.
Zamirler yükümlü
tutulan.
Ve asla bizden dem
vuramadığım.
Aslında bu satırları
başka birine ithaf edecektim. Kim ise olması muhtemel, ben zikredeyim o zaman…
Belki de yerinde
olabilirdim şu an sadece yaşamışlığı ve deneyimi benden on, on beş sene fazla.
Ne değişecek ki?
Ya da on sene genç
olsaydım belki de bir asır mahiyetinde geçen her sene.
O adam sordu bana:
‘’Neymiş, derdim?’’
Aslında kadındı bir
diğer sorgulayan meclisteki yetkin ağız.
Sadece dolaylı bir
zümreydi adımı hitap ettiklerini sandığım.
Daha yalın bir
ifadeyle; kümelenmiş sorgu mahiyetinde.
Kınında sır ya da yalan
yoktur elbet, dediğim üç beş adı ve sıfatı olmayan maskeli yüz.
Zaten sesler nereden
geliyordu, onu da bilemedim.
Dedim ya; kimliğimi
yaftalayan aslında ben kimliğimle mutlu olmak adına kendime yeni bir hayat
tayin ettiğim…
Derlediğim soruları
kimseye de yöneltemeyince olanlar oldu.
Pencerem çok yüksek
olsaydı bu gün hayatta olmayabilirdim zaten atlasam bile büyük ihtimalle yeni
bir çukura düşecektim.
Babama sordum rüyamda:
‘’Beni neden
özlemedin?’’
Cevabını vermese de
biliyordum işte: ne de olsa oydu sorumlusu tüm olup bitenin.
Yemek yapmayı öğrenmek
yerine ben üniversite sorularını hafızlıyordum.
Kundaktaki bebeğime süt
vermem gereken yerde bu kez başka bir boyutta hukuk ve iktisat bilimine atıfta
bulunuyordum.
Gözlerinin olması
gereken yerde iki koca çürük elma koçanı vardı babam sandığım adamın aslında o
düşkün adam da tam da bu tabloya uyuyordu.
Bir emir kipi kullandı
akabinde:
‘’Def ol git. Seni
istemiyoruz!’’
Mahiyeti ne olabilirdi
demenin ötesinde bu adamın ve bu kadınların maruzatı ne olabilirdi?
Sormalıydım oysa:
‘’Siz hiç
hayallerinizin kurbanı oldunuz mu?’’
Oysaki onlar
nefretlerinin ürünü ve türevi idi ve yaşasın, demek gelmedi içimden.
Sadece:
‘’Keşke yaşamasaydım’’
dedim ki dememe bile izin vermeden düşkün hakim benim yerime eline aldı kalemi
ve ucunu kırdı sadece mor damarlı kuru ellerinde bir ayrıntı misali bir nazar
boncuğu uzattı bana:
‘’Al, kızım ve tak
boynuna. Hatta sakla. Hatta saklan. Hatta aklan ki yüzünün akıyla yaşadığını da
göster cümle aleme.’’
Sahi, dedim…
İyi de nereye
kaybolmuştu ansızın?
Gözlerim dolmuştu ama
kan damlıyordu göz çukurlarımdan.
Gözlerim yok olmuştu.
Göze mi gelmiştim yoksa Allah beni çarpmış mıydı ne de olsa lanet okumuştum
kendime?
Belki özrümdü belki
öfkemdi belki de öncesizliğimdi.
Sadece sevdiğim
insanları görmek istemiştim etrafımda.
Ama kuytularda bir
gölgeden başkası değildim.
O kadın; yerinde olmak
istediğim kadın zaten asla var olmamıştı.
Olması gereken ne ise
gerçekleşmiyordu. Gerçekleşmesi gereken ne ise çıkmaza girmişti.
Annemden ya da
kendimden ya da kimsesizlikten ya da hiçliğim ile terbiye olduğum.
İki kozalak buldum
yastığım altında ta çocukluğumdan beri hiç görmediğim o iki kayıp kozalak.
Aslımdan ayrı
düşmemiştim demek ki.
Üstelik babam beni
özlememişti.
O zaman yaşamak ve
yazmak için yeniden sebeplerim vardı.
Boynumdaki nazarlığı
elimle yokladım ve yerinde duruyordu lakin tam da ortasından ikiye ayrılmıştı.
Aynaya baktım. Evet,
bendim aynadaki.
Yoksa ben aynadakinden
başka bir aynadan mıydım yansıyan?
Tehir ettiğime nail
olma şansım hala saklıydı madem…
Ta ki ayna kırılana
kadar baktım saatlerce baktım aynaya ve kırılır kırılmaz kalktım ayağa.
Hazırdım artık.