Dilediğimce diriliyorum, gülüşlerin
ortasında bir su nilüferi kadar katıksız ve pervasız dilemma eşliğinde, ben
ellerimle kazdığım mezarımın ufkunda son bir seyreliyorum rüzgârın dansıyla.
Terennüm dileniyorum evrenden;
soyutlandığım insan izleklerinde gizli söylemler tomurcuk açıyor.
Yangınlarını ihbar etmekten geri
kalamıyorum hem sevinçlerimde saklı o fısıltı hem de tasasını yüreğin mum
ışığında sorgularken.
İrili ufaklı hakaretlerle kuşatılmış
dört bir yanım.
Annemin tembihlerinde ben sınıf
atlıyorum.
Bir de üzerime çektiğim yorganın her
zerresine soğuk işlerken, yüreğim soğudukça soğuyor.
Bir ritüel adlandıramadığım.
Bir sakınca dillenmeyen.
Bir nota belki de yazılmayan güftenin
en yakın tanığı iken mermer başlığında canlı canlı gömüldüğüm mezarın yine en
yakın komşusu kimsesizlik.
Gölgesi kayıp izleyiciler var sahneye
dönük sırtları.
Yankısı duyulmayan sesler var bir
örtü mahiyetinde ben tüm sokulganlığımla severken beni sınır dışı etmiş
coğrafyaların ülküsü.
Mırıldandığım şarkılarda beti benzi
atmış o nakarat bana çemkiriyor:
Yol yakınken uzaklaş!
Kendimle dinginliği yakalamak adına
aralıksız mücadele verirken elbet ben de temenni ediyorum öncelikle yok olmayı.
Zamansız bir ölüm dillendiriyor
beyitler…
Şairin ölümü… demeye varmıyor dilim
öncesinde lakin şiir benzeri lahitler çekiyor ilgimi.
Büstü olmayan bir sahnede konuşlanmış
üç beş figür.
Canım çekmiyor artık yaşamayı.
Sevmek… marazi bir iklim sevgi ve
erbabı ebabil kuşları ama don yağı kimliklerden kaçıp da sığındığım sırça
köşkümde muhabbet tellağı dokunuşlarından kafir cümlelerin asla haz etmiyorum.
Dokusunda hayallerin, kayıp ve
yadsınası varlığımla körebe oynuyorum.
Hangi koşuttur?
Hangi sarkaçtır?
Hangi öfkedir, ölümün zuhur ettiği
evren çatısı altında bir araya gelmiş acımasız gemi kaptanlarının köşkünde yan
gelip yatmış kifayetsiz hükümler?
Biri bağırıyor.
Canım acıyor.
Susuyorum.
Bağrımdaki temas aslında kalp gözüme
dokunan bakışlardan ve mazlumlardan yana iken benliğim.
Ben de bir mazlumum.
Ben de mağdur bir düş.
Ben kifayetsizliğin sancısına biat,
iz sürerken peşi sıra iklimlerin aslında geride kalan çıplak vücutları o
yaprakları dökülmüş ağaçların.
Giyinik olsam da…
Örtülü ya da örtüsüz.
Kaybolsam da makamsız ve mekânsız bir
yâd ediş.
Yokluğa vakıf olsam da varlığın adına
hakaret sayılacak bunca söylemi kulak arkası edip…
Şaibeli bir varlık olmadığımdan belli
ki öz güvenime sirayet eden tüm bağnaz ve yanlı haykırışları görmezden
geldiğim…
Sığındığıma ihanet edemezken.
Kendime çektirdiğim eziyeti hiçbir
kul anlamasa da…
Düşüşe ramak kala.
Son dediğine som dünya diye tabir
ettiğim.
Göğün kanatlarına çivi de çaksa zalim
ve kirli ruhlar…
Devasa bütçesinde ömürlük kayıplarımın…
bir sona meylediyorum başı kayıp bir şiirden çıkıp da yola addedilen hayat
yolculuğunda dokusu çürük bir cümlede, ben askıya almışken mutluluğu.
Çağırdığım gelmezken…
Çağrılarını duymadığım tanrıcı kuşlar
aslında şeytana taparken…
Ve infilak ediyorum ansızın hele ki
soyut bir resimde bir bir ufalanırken
onca fırça darbesi.
Yenildiğimin de ispatı işte her
rahmette ben karışmışken hayatın rehavetine aldandığım emsalsiz hüznüme ortak
bir orta yol bulamazken…