Mavinin mutlak yanılgısı ve düş
pembesi siyahî arzularım. Göğün tentesine konan merhamet dilleniyor ve düş
palazı her acı ve ayrık otu ruhun da karıncalara emanet ettiği yüreği.
Devasa bir delik var yine mavinin
zaferini kutlayan ve nasıl da ehemmiyet barındırıyor aklımın pervazı.
Muhtevası ölüm mü yoksa ömrün
bitimsiz serenadında ölçülü bir aşk seviyeli ve tutarlı bir yoldaş iken
birbirine makberin yolcusu siluetim.
Sanrı yüklüyüm.
Yakamoz yüklü deniz.
Gök ise isyan yüklü.
Ve işte gök gürültüsüne tanıklık eden
hırpani yüreğim aslında rahmete asılı dudaklarımda ikrar iken sükûtun denk
düştüğü.
Tüm renkler yorgun.
Ben yorgun değilim sadece çünkü ben
bir renk de değilim: ebemkuşağından hallice bir isyanım ben matemin alın
yazısında su götürmez bir gerçeğim yine aşkın mevtası o sırılsıklam sevmişliği
diline dolayan bir hezeyanın da tetikçisiyim.
Öldürdüm dünümü.
Öldürdüğüm sevmediklerim.
Yüreğimi de gömdüm mahşerin kaç
atlısına denk düşeceğimi bilmeden içine düştüğüm çukurda gözlerimi de oydular.
Düş çukuru gibiyim.
Gözlerimin yerinde iki derin mezar.
Aşkı vurdular: fermanı yırttılar; gök
delindi.
Tanrı suskundu.
Gece öfkelendi.
Aşk nasıl da yorgundu.
Biteviye tetiklenen rahmeti
sonlandıran aşkın hakimiyetine de çamur atan vefalı hurafeler.
Ez kaza öldüm.
Ve dirildim.
Dinginliği dilemiştim lakin huzursuz
bulutlar yağdı ve yağdırdı üzerime.
Kanatlarımı yoldular.
Yolunmuş tavuktan beterdim zifte
bürünmüş istikamette bir kuş sürüsüne denk düştüm demek ki doğru yerdeydim
lakin ne kuştum ne de insan.
Hürmeten.
Sehven yenilmişliğime de binaen.
Ehli keyif.
Aşkı da meziyet bilmişliğin verdiği
ön görü ile.
Aşkın ilahı idi İlahi Aşk.
Kalbura dönen yürekte derin yaralar
da hâsıl oldu ve yamadım: önce göğü sonra rahmeti uğurladım sonra açtım
kollarımı ve perde arkasında gizlenen siluetlerin yangın yerine dönmüş ufkuna
bandım utkumu.
Tutulan nutkuma atıfta bulundu kelime
sihirbazı aslında ben bir kelime cambazıydım gidip gelen rehavet ile de
kuşanmış bir ökse otuydum.
Oylumdu aşkın minvali.
Aşktı yine özlemin ihbarı.
Her hükümlü cümleyi söndürdüm ve
gazabın ateşinde yola düştüm; içine ateş düştü; aşka düştüm düşeli düştüm
yollara.
Aradığımı bulmadan ölmek mi?
Ölüp de yeniden âşık olmak mı?
Efkârın her tonunda; mavinin de göz
bebeği iken lacivert gökyüzü.
Geviş getiren bir imgeyi saldım
çayıra; ambarında yüreğin bekasını unuttum yarınların aslında içimin
kuytularında sür-git bir devinim ben başımı alamazken bunca yoksunluğun ne
hikmetiydi de rabıtası hep kozasında saklı kaldı umutların.
Bir yol tutturmuştum madem.
Madem matemin alın yazısıydı haris
ruhlar ve mutlak notalar ki verilen her nota aslında bir kazanımdı ben içimin
ırmaklarında kâğıttan kayıklar yüzdürüp yine yüzü suyu hürmetine tüm veballerin
mutluluğu da askıya aldığım.
Sanrılar doğuran içimde teyelli bir
mizaç vardı biteviye aksıran belki de esneyen rehavetin odağında gözyaşı yine
mutluluğa dahi minnet etmeyen kendini unutmuşluğun gazabına dönük yüzünde aşkın
da ihtişamı her maviyi kendi gibi bildiği.
Maviydim ben artık.
Maviyi sevdim ve içime soktum.
Yer gök maviydi hatta yanılgılarım
bile.
Kuş bakışı uzay maviydi lakin hiçbir
kuş bu kadar uzağa gidemezdi ve ben bir kuştum maviyi yavrusu bilen ve maviyi
aşk bilen ve meşk edinen.
Sehven sevdiğimi kalben haykırdım.
Düş sihirbazlarına da yalvardım: beni
maviye bulayın.
Ve uyandım annemin mavi gözlerinde
gördüğüm mutluluğu aşk bildim bileli…