Bir düş’ün yakasına yerleşen gerçek
idi izdiham yüklü evrende saklı söylenmemiş şarkılara eşlik eden notalar ve
haykırdı şair:
‘’Bir düşün yeter ki!’’
Sırça köşkünde mevsimin belki de en
çok aşk idi yerlisi sırnaşık hüznün en çok bulutlara dökülen huzmeler ve yeni
yılın müjdecisi bir gülüş bağışlayan Rabbine duyduğun minnet ve aşk ile
düştüğün yollarda bir başına yürümüşlüğün neydi ki hele ki söylenmemiş ne varsa
düşmezken yakasından şair bakışlı bir v/eda ile senenin son günü girmişken
sıraya yaşanan acılar.
Mevsimin yerlisi idi rüzgar ve o
inilti aslında yağmak bilmeyen yağmura bakan acılı simalar hele ki kurak göçün
habercisi iken kış ortasında açan çiçekler ve baharlar.
Yetimdi gövdesi umudun bir o kadar
metin.
Aşktı madem kıvanç dolu ruhun
savurduğu sayısız göz yaşı.
Ve işte elden ele gezdi acılar ve
insanlık ilk kez buluşmuştu ortak paydada ve herkes ederken duasını herkesten
esirgemediği vedasını ve son raksınız ederken senenin mizacı hala yanıktı ve
kavrulmuş yürekler nasıl da mağdur.
Sefasını süremeyen hayatın.
Bir son bakışı bile esirgerken Tanrı.
Elbet rükû eden her yaslı niyazın
edası.
Bir de çelimsiz düşler mühürlenmiş
yüreklere sitem yüklerken.
Bir de simli gülüşler açmış ağızını
beklerken son günün o anlamsız ç/ağrısını.
Kefen bezi bitmişti kederse en
tepede.
Kaderin sırtını sıvazlayan mazlumlar
en çok da öykülerini yaşayamadıklarına yanıyordu elbet mutluluğun türküsü de
tütsüsü de sönmüş ve tüm cihan iki büklüm çökmüş.
Semazen mevsim.
Aralık ihbar ederken nazını yeni yıla
ve hala duvağını açmamıştı yeni yılın sirenleri çalmadan henüz herkes
buluşmuştu ortak duada.
Çengiler yoktu bu sene.
Çalgılar çoktan susmuş.
Kurak topraklar ve kayıp ruhlar meskenin
yolunu unutmuş.
Ah, bir de unutsaydı Azrail hele ki
son yılı fazla mesaide geçirirken hangi kumaş geçirgen değildi hani neydi
telaşı ölümün?
Sözcükler suskun.
Şair ve şiirler bitkin.
Yetim mizaçlar karalar b/ağlamış.
Yaratan hala mucize sunmanın yollarını
aramışken bekliyordu kullarının tek bir tövbesini ve hala anlamayan kimse son
ikazını kuruyan topraklar ve bedenler çoktan çatlamıştı.
En çok da ar damarı çatlayan iblis ve
müdavimleri.
Bir kadın daha yitip gitmişti sona
çeyrek kala ve başka bir kadın ve geride kalan öksüz çocukların günahı neydi,
diye sormadan birileri zaten el ayak çoktan çekilmişti merhametten.
Siması yabancı değildi zalimin ve
katilin.
Ne rengi vardı acının ne ırkı ama
illa ki tutsaktı mazlumlar ve ölüler aslında ölen vicdanların sesi idi
mezarlıkta ayyuka çıkan.
Maskeli yüzler hepten gizliyordu
itirafını aslında korktukları bir virüsten öte sadece laf gelmesin diye sefil
nefislerine.
Soytarı düşler kulübü kapalıydı.
Acı gerçekler sokağı çoktan çıkmaz
sokak olmuşken.
Hüviyeti neydi sahi çocukların ve
kadının?
Ah, bir de patilerini kurban veren
gariban hayvanlar: adı kedi adı köpek ve adı insan olan hangi haris ve melun
canlıydı bu cezayı bu işkenceyi birilerine hak gören?
Sokakta yaşayan insanlar ve
hayvanlar.
Kimi lüks rezidansında âlem yapan bir
avuç insan.
Sözcükler bahar açmadan gelmişti
bahar ve belki de kışa cemre düşmüştü vaktinden evvel gel gör ki cemre düşmeyen
yürekler ve ölü bedenler ve sefil ruhlar.
Dokunulmazlığı mı vardı sahi acının?
Acıtanlar.
Acımadan birbirine dokunanlar.
Çocuk, kadın, yaşlı ve hayvan kimse
güçlerinin yettiğini ispatlamak adına bir yarışa giren iki ayaklı soytarılar ve
hepsinin de ipliği illa ki çıkacaktı pazara ve umut tezgâhında fazla bir şey
yoktu hali hazırda ama uzaktan gelen sesi yaklaştıkça yeni yılın dünya hala
umut peşindeydi.
Acı çekenler.
Gömülenler.
Hastaneler tıklım tıklım.
Neşesi solan çocuklar ve unutulmuş
kimse bir köşede.
Taviz vermeyen değil de taciz
edenler.
Ağzından köpükler saçan bir köpek
değil yaratılmış en üstün canlı iken insan, kimse karşısında dinden imandan
çıkaran ve düzeneği terse çevirenler.
Kum saati miadını doldurmuştu elbet
insanlık da ve hala askıda bir elbise gibi unutulmuş vicdanlar.
Zihniyet değişmedikçe ölüm de zulüm
de kaçınılmazdı ve Yaratan kaç defa son bir şans daha sunmuşken idrak edemeyen
bir dünya dolusu insan işin ilginci dünya nüfusu hızla erirken tıpkı
kutuplardaki buz dağları gibi.
Buzdan bakışlar vicdanın esemesi yok.
Donuk sesler ve tutuklu mizaçlar ama
iş zulme geldi mi kimin eli kimin cebinde kolaysa anla dercesine.
Ve zil çalmak üzere…
Son teneffüs hala biraz vakit var
tövbe etmek adına.
Bir virüsten tehlikeli olanken insan
nasıl oluyor da yelkenleri suya indirmişti?
Öğütler unutulan ve kaybolan değerler
ve öğretiler.
Kaç saat sonra erecekti bu zehirli
365 günün son demleri?
Yana yakıla yaşarken aradığımız eski
günler gelecek miydi peki ve bitecek miydi zulüm?
Merhametlilerin en merhametlisi ve
hala bunu idrak edemeyen sefil gustosu insanlığın ve yarım ağız mutluluklara
dahi razı iken birileri…
Ve geri sayım başladı çıkmak adına bu
kâbustan yeter ki yeni sene bir kurtuluş ve bir umut göstergesi olsun tüm dünya
adına ve yeter ki birileri inansın artık kurtuluşun nerede saklı olduğuna…
Mutlu yıllar dilerim herkese ama
herkese.