Hangi düş’ün ertesinde saklıyım,
sancılandığımsa bir şiir ve içimde kalan binlerce ukde dünün özründe ve önünde
elbet serildiğim o secde ki aşkın neferi olmak nasıl nasıl da muhteşem bir
iklim.
Yörüklerin kızıyım.
İstanbul’unsa yıldızıyım.
Gülümsemeye dair elbet düşlerim.
Lakin öylesine düştüm ki ben,
Düşebildiğim her şeyden çok öte…
Öncemi tehir ettiğim illa ki bu gün
ve şu an.
Renklerim kızıl ötesi düşlerimden
üzerime dökülen ve görmesin de kimseler gözümden dökülen yaşları lakin çok ama
çok ağladım ben bu gün ve dün de ve yarına dokunan ellerim elbet bende saklı
aşk ve hüzün ve çare bildiğimse niyazlarımda saklı bir örtüyüm ben.
Göğün müridiyim de.
Kefemde saklı kefil olduğum iyi
niyetim elbet ağır basan hatta ve hatta Sağır Sultana dahi ulaşan sesim.
Karınca misali gidip geliyorum ve
kışın bohçasını şimdiden hazırlıyorum en çok da yarının muadili olacakken hazır
ol’da durduğum her nesir ve şiir ne de olsa esiriyim aşkın ve kalemin bazen en
derine saplanan bir zıpkın sonrası Araf’ta kaldığım ve yumduğum gözlerim ölüm
öncesi gel gör ki şiirime dokunan o kurbağa prense ve işte seferisi iken
hayallerin en sevdiğimse içimde saklı tuttuğum kıblem.
Soytarı hayallerim gelip giderken
aklımın ırmaklarında ve üşenmeden hayallerin içerisinden gerçekleri ayıkladığım
lakin ayrık otu addedilen sefil benliğim ne zamanki dokunsam birilerinin
yüreğine ve ne zamanki solusam aşkı solduğum yerli yersiz sonlanacakmışçasına
ömür ama sonlandıramadığım o çığırtkan iç sesim.
Göreceli bir rahmet belki de üstüme
yağan bense yağmalanan şu ömrün kıvılcımlarından mustarip başıma üşüşen kukumav
kuşları ve işte içimdeki o devasa lahit iyi de ben ne gördüm ki dünya üzerinde
gün yüzüyle…
Bir ritim bozukluğu işte
gözlemlediğim her sevginin kanat çırpınışa tanık iken sapanla yere serilen hayallerim.
Kanamalı bir gün bir ömür kandığımsa
ne gam, güzel Rabbim: hem sen bilmez misin içimdeki o kurşuni rengi gel gör ki
pembeleşen şiirlerde de saklıyım ve yeşile çalan gözlerinde hayallerimin söyle,
Rabbim: ben bu dünyanın yerlisi miyim?
Mimozalar dokuyorum.
İçimdeki bahçeye dokunuyorum.
Depreşen hüznümü falakaya yatırıyorum
ama acımla ve özlemimle ve de hüznümle besleniyorum ben ve demli bir çayın
değil demlenmiş dertlerin buruk tadında aşk ile doyuyorum sözcüklerimse püskülü
duygularımın ve şaşı gözlerinde gecenin aydınlık kılan sensin güzel Rabbim ve
umudumu saklı tuttuğum hele ki seninle baş başa iken yazdıklarım ve sen
bilirsin de içimden geçeni.
İklimlerse gün içinde defalarca renk
değiştiren elbet duygularım benim iklimlere denk düşen muzip yanımda saklı bir
coşku iken ansızın donup kalan akabinde yaşlara boğulduğum ve hüzünlü kalbimde
yatıya kalan senken güzel Rabbim varlığıma binaen sana nasıl da müteşekkirim
çünkü ilk günden beri sensin beni terk etmeyen üstelik ben defalarca kendimden
gitmeye kalkıp kala kaldığım.
Günse bir öyle bir öyle.
Gülümsemek bilsem de bana en yakışan
ve işte mucizevi bir firar benimki beni de benden eden elbet aşk tohumlarımı
ilk günden beri sensin eken içime ve işte ben de haybeden boca etmişken rahmeti
ve sevgiyi elbet duyguların bombardımanına tutulup bu sefer mantığımı bir ömür
rölantiye aldığım.
Hicap ettiğimse elbet her kesif
sessizlikte sözümü sakınmayıp sonra mahcubiyetimden kendime iken isyanım ve
haşmetli bir yüreği doyuramazken bol keseden sevdiğim gel gör ki
dillendiremediğim sonra da kendimi yediğim ve işte nasıl da semirdi hüzün ve
kopan kopçamda hala sallanıyor bayrağım bense yanlış yapma korkusuyla illa ki
gerisin geri kaçıyorum ve içimdeki kozada yıllanmış ne varsa yazıya döküyorum
çünkü sığınacağım başka hiçbir liman yok senden ve aşktan sonra.
Nazarında insanların nazenin bir
çiçek.
Dikenlerimi de ayrı seviyorum en çok
kendime batırdığım sonra ansızın kanayan yerlerimden cümleler fışkırırken ve
ben severek pansuman yapıyorum şiirlerime.
Dökümlü etekleri mevsimin.
Eteğinden taşlar dökülen o kadın ve
de her kimse…
Kadınsal bir içgüdü diyemem çünkü ben
hala rüştünü ispatlayamamış bir çocuğum ve bir o kadar makul kalamadığım ve
makbul olan nedir bilemediğim ve mustarip iken kimse çevremde dönenen ve iç sesim
ne kadar yumuşsak olsa da kızdığımda gözlerimden ateşler fışkıran ve telaşla
kaçıştığım aşkın ateşinden elbet içimdeki yangında yanan sözcüklerim yine de
evren gül gibi kokuyor Rabbim belki de güllük gülistan belliyorum kendimle baş
başa kalıp uzlaşmak adına içimdeki sefille.
Her düş’ün bir sonu var işte her
yaşamın da olduğu gibi bu yüzden düşlemsel bir maruzattır yakındığım ve
ruhumdaki inişli çıkışlı yollarda bir düşüp bir ayağa kalktığım ve kendime
yüklenip de bir ömür hali hazırda selama durduğum bir ordu duygu ve ben
hangisinin rütbesini en üstün bilemediğim için sadece umut ediyorum.
Özgürlüğümse elbet bir ömür ket
vurulan ve despot emirlerden çektiğim bir ömür ve sonlanmayan hapis hayatımda
ben sadece severken ve yazarken özgürüm bir de senin varlığınla huzura
erişiyorum sen ki beni benden iyi bilen ve içimdeki rüzgârın yönünü illa ki
ayarlayan yoksa hali hazırda yaşıyor ve yazıyor olamazdım.
Mevsim sonlanmadı şükür.
Miadım da dolmadı madem.
Dolunay misali içim de dolu dolu iken
ve yıldız olma hakkımı da saklı tutarken yeter ki duy dualarımı Rabbim ve
huzura giden yolda beni muzaffer eyle ve kimliğimi sorgulamasın artık hiç kimse
hatta beni sevmesinler de ama en azından bir tebessüm de dikili iken yüreğimde
ve yüzümde en azından gülümsemem yarım kalmasın artık üstelik ben başkalarının
yerine de sevebilirken yeter ki özgürce sevebileyim.