- 'Hatırladıkça boğuluyorum.
Neden babam bizi bu karanlığa boğdu? Neden bu evden bir türlü çıkamadım? Neden
bütün isyanlarımı kafamda yaşadım?'(Oğuz Atay)
Yorgun sözcüklerden ördüm ben sevgimi
ve yitik tebaamın arkasında yas tuttum ve sevilmediğim kadar sevecen ve merttim
ve iklim dik başlı bense devasa bir dik açıydım içime kaçtığım her mevsim her
gün içten içe azaldığım ve soluklandığım şiirler pestilim çıkarcasına sevdiğim
insan nesli ve ırkı üstelik acılarımın bir ırkı yoktu ve de reşit kılınmamıştı
içimde saklı hazinenin ta kendisi denk geldiği kadar hayata ve umuda umarsızca
çekip gidenlere de tek söz etmedim.
İsyankâr zamanlardan geliyorum ve
babamın na’şına dokunma arzusu büyüyen içimde ve kayıplarımın çetelesini
tutuyorum çünkü babam hep ayıp addetti yaşanma ihtimali olan neyse ve de aşkı
inkar etti ve de aşka isyan edip kıracağına zincirlerimi her gün yenilerin
ekledi.
Yine de nazım hep babam geçti.
Sonra ansızın gidiverdi bir gecede
bense birkaç saat evvelinden yanına gidip içime akıtırken yaşlarımı son kere
duydum ağzından babamın söylediklerini:
‘’Evlatlarım…’’
Hükmeden kaderden kederken alacaklı
olsam bile dert etmiyorum artık gidip de dönmeyenleri ama artık daha fazla da
kayıp vermek istemiyorum.
Bir geceye denk düşen ölüm denen
misafir yatıya kaldı mı…
İzahı yok işte ne olup ne bitecek
diye de beklemenin asla yok faydası.
Müzmin duygular saklı içimdeki
iklimde aslında iklim duvara asılı takvim gibi yaprak yaprak salınıyor ve
uçuşturuyor saçlarımı yağan kara da aldırış etmeden yeni yılın uğurlu geldiğine
inanmak istiyorum.
Sürmenaj olmuş acılar durağında değil
beklemek uğurlamak istiyorum can yakan ne var ne yok ve kimlerden olduğu da
umurumda olmadan bozulan kimyasında hayatın artık yas tutmak gelmiyor içimden.
Kanatlarımdaki benekler.
Bazense ayaklarıma bağladığım
çaputlar ve dilekler ve mektuplar.
Ve işte bir posta güvercini olup
kendime ulaşsın diye kendimden kendime yazdığım mektuplar.
İnce ayarı yapamadığım hayatın
güftesine sığamadığım kadar bedenim dar gelirken bitimsiz duygularımla rest çekiyorum
olup bitene.
Gövdemdeki kesikler.
Komşu kadının acı dolu feryadı.
Bir diğerinin sonlanmayan gıybeti.
Perdeler çekili olsa da güneşi içimde
hissediyorum ve tutuklusu olduğum duygular firar etsin diye kalemi elime alıp
aralıksız yazmak ve unutmak istiyorum.
Eseri yok mutluluğun hanemde.
Esiri olsam ne ki hüznün?
Beterinden saklasın yeter ki Rabbim.
Ve işte döngüyü yaşanır kılan bazen
metazori gülümsediğim ve kimse hatırımı sormaya tenezzül etmeyen çekimser değil
bilakis girişken hamt ettiğim kadar da hayret ediyorum çevremdeki gölgelere ve
kırıp zincirlerimi ruhumu salıyorum şehrin sokaklarına ve de sapaklarına ve
kıyasıya mücadele veriyorum hayatla bazen solan güncemi defter arasında kurutup
kendime armağan ediyorum.
Bir nokta.
Bir nükte.
Bir mahzen.
Bir koza.
Bir hane.
Karanlığın istifli olduğu yalnızlığın
da bekası iken yazılası her cümleyi önce babama sonra anneme ithaf ediyorum.
Kundaklanmış kaderin izinde keyfe
keder de yaşamadığım kadar kurguluyorum yarınları olası tedbirleri alıp baskın
karanlığa diş biliyorum ve düşlerimi sarıp sarmalayıp yine içimdeki çocuğa
sunuyorum.
Kaçamadığım kadar kendimden.
Kendime yakalandığım kadar boykot
ettiğim yine kendim iken.
Bir tufandan arda kalan kırık bir dal
gibi tutunduğum ağacın delik gövdesinde saklanan bir kuş gibi ve köküme sadık
olduğum kadar tüm eziyeti de kökümden çektiğim ve işte sırra kadem basma
isteğimle azat etmek istiyorum içimden gelen tüm sözcükleri.
Bir yakarışsa Rabbime.
Bir vazgeçişse kendimden.
Geçiştirdiğim hayatın kırık
penceresinde saklı umut gibi ve tanıklığında evrenin nabzını alamadığım
duyguların arifesinde sadece solmaya programlıyım.
Seken yüreğim ne ki bunca algının
eşiğinde bazen beşik gibi sallandığım…
Bir isyansa kendime ettiğim ve de
binlerce eziyet meziyet addedilen kişilik özelliklerimden yola çıkıp bir harf
ihlali ile ansızın duraksadığım…
Eziyet babında sönen ferim.
Meziyet addedilen yürek neferi iken
evrenin.
Açmaya doyamayan bir çiçek bazen ve
hırpalanmış dalıma konan nazlı bir serçe aşkın ibaresi iken hücrelerime kadar
da aşk ile doluyken eşlik eden hüznün zamlı tarifesinde sadece duraksıyorum
çektiğim eziyet mademki meziyet olarak addediliyor ve de tüm meziyetlerimi eziyet
olarak görüyor ahvalim ve sıra dışılığıma yayılan sıradan sözcükleri tek tek
işleyip asıyorum boynuma tıpkı sakladığım anahtarın bir gün gelip de kilitli
çekmecemi açacak olmasını için için dilerken…