-Bu bir anı yazısıdır-
Rahmetli annem;
tüketim çılgınlığı, para tuzakları ve aptalca harcamaları görünce hep bu hikâyeyi
anlatırdı bize. Sanırım 1950’lı yıllar olsa gerek. Annemin bizzat yaşadığı
dönemde geçmiş olabilir, büyüklerinin anlattığı bir şehir efsanesi de. Biz
kaynağını araştırmakla vakit kaybetmeden, anlatımın özünden ders çıkarabilirsek
ne mutlu.
Aldatanların,
nedense el üstünde tutulduğu dönemler her çağda oluyor. Bu durumdan vazife
çıkaranlar da rollerini hep iyi oynamışlardır. Kimisi ticari cambazlıkla
aldatır, kimisi dini duyguları istismar ederek aldatır, bir kısmı da politik
söylemlerle aldatarak ekmeğini kazanır. Aldanan da memnundur aldatan da
aslında. Çünkü böyle olmasa, hep aynı nakarat devir daim ederek, bugünlere
kadar kültürel bir miras(!) olarak taşınabilir miydi hiç?
Hokkabazın biri,
insanların davranış bozuklukları, psikolojik acziyetleri, merak duygularını çok
iyi bildiğinden çok güzel bir para kazanma yöntemi icat etmiştir. Sermayesi
yok, malzemesi b*k.
Vitrin şeklinde dışı tenekeden genişçe bir tezgâh
hazırlar. Tezgâhın içi bölmeli reyonlardan oluşur, içinde ne olduğu görülmez ve
her reyonun üstünde süslü ve gizemli kapak vardır. Dış cepheleri ise
süslü ve albenili renkli figürlerle doludur. Kasetçalarından veya gromofondan
da müzikleri fonda sunmayı ihmal etmez.
“Vitrin reyonlarında neler var?” diye hemen meraklandınız değil mi? Her bölüme
farklı farklı hayvan dışkılarını doldurur. At, eşek, inek, deve, tavuk, kedi,
köpek, katır… İnsan dışkısı koymayı da ihmal etmez. Adeta biyolojik
çeşitliliğin, dışkısal koleksiyonu gibi. Belki bir bilim insanının ilgisini
çeker de, zaten aç ve işsiz gezen, sigara çekerek dert öğüten, cebinde çok az
parası olanın neden ilgisini çeksin değil mi? İşte tahmin ettiğiniz gibi değil,
en çok da onların ilgisini çekiyormuş.
Kurulan tezgâh hazır, malzemeler
hazır, sıra müşteri bulmaya gelmiştir. Meydanın uç köşesinden gür bir ses
yükselir: “Bu fırsat kaçmaz, bakan bir pişman, bakmayan bin pişman, bir bakışı
on kuruş”
Haliyle insanları alıyor bir merak. “Kapalı bir kutu,
içinde ne var acaba, bir sürü boş şeylere para veriyoruz, buna da on kuruş
versek batmayız ya?” düşüncesiyle meraklı bir grup sıraya giriyor.
Parayı verip ilk bakan kişi; tepki
olarak basıyor kahkahayı. “Verdiğin on kuruşa değdi mi?” diye soranları azarlıyor.
“Sana ne kardeşim, yok mu on kuruşun, sen de ver sen de gör” diyerek merakları
daha da artırıyor.
B*ktan kurulan tezgâhta hasılat çoğalırken, gariban halkın cebi de boşalıyor. Aldanan da, enayi yerine konulmamak için ne gördüğünü söylemiyor. Evet bu memlekette eğer vicdanını köreltip, aklını da şeytanlığa asker ettin mi, her şeyden para kazanmak mümkün. Taraftar bulmak mümkün, mürit bulmak mümkün, köle bulmak mümkündür.
Günümüze göre
uyarlar ve yorumlarsak; aynı tezgâh teknolojiye ve modaya ayak uydurarak kat
kat daha fazlasıyla devam etmiyor mu vurgun? Ahlaksızlıktan, adaletsizlikten,
sahtekarlıktan, despotizm den dert yananların yüzde kaçı hakkıyla ve yerinde
mücadele veriyor?
Bilim, kültür, sanat, edebiyat, felsefe, demokrasi, hukuk, insan hakları, ekolojik denge, holistik kültür, birlikte yaşam, kitap dünyası… dediğinizde; aşkla, heyecanla, umutla, azimle, coşkuyla, samimiyetle katkı sağlayan, tepki veren, destek olan kaç kişi kaldık acaba?
Ne diyelim
görevini yapan yapıyor da; b*oktan, pislikten, cüruftan, posadan şeylerle
insanların gönüllü olarak da olsa, aldatılmasına vicdanım razı olmuyor. Kırın
zincirleri, çözüm önünüzde ay ve güneş gibi parlayacaktır.
Mutlu, huzurlu, verimli, sevimli ve umutlu yarınlar dilerim.
Kalın sağlıcakla.
Samsun, 13.10.2023
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr