Önsözü ve sonsözü olmayan bir aşk anlatıp çıkacağım sundurmanızdan. Bu kez kelimelerle değil. Bir tablo gibi serilmeli gözlerinizin önüne her sahne. Oysa seni seviyorum diyebilen bir göz çizemedim ki ahir ömrümde. Ya da lahuti bir kokuyu içine çekiyor gibi hissettirmeli tüm yaşananları. Fakat iyi bir parfüm yapıcısı da değildir yazar.
Altın bir kasede değerli taşlar da sunamıyorsa sevgiliye aşık, (ki artık hikayelerde inandırıcılığı da kalmamıştır.) kötürüm olmuş bir kıza tekerlekli iskemle yapsa bir delikanlı, terlese, çırpınsa iyi bir hikaye çıkarsa yazar; tutmaz…
Gözleri görmese kahramanımızın, sevdiği onu aşkıyla teselli etse, fedakarlık diz boyu olsa mesela; acısa hallerine tüm okuyanlar, olmaz…
İki aşık kavuşamasa ya da erkek kadını terslese yok yok.

İşte buna yazarın menopoz hali diyoruz.

 

Her söz bir müzik gibi olmalı. Ruhun tınısını bulmalı.

Duygunun ahengine kapılan her ses bir ton meydana getirir. Ton, duygu naklinin anahtarı… Müzik insanoğlunun en insani ifadesi…

Resim insandaki Tanrılaşma iddiasının bir iz düşümü. Müzik evvela hafif olarak başlar, kuvvetlenerek devam eder. Tıpkı doğum ve gençlik çağı gibi… Ara tonlar, iniş ve çıkışlar hayatın kesitlerini sunar âdeta. Sonra düzelir. Çabuk ve ince olarak devam eder. Yarıdan sonraya gelmiştir çünkü müzik ve hayat.

 

Hayatın bir dibacesi vardır ana rahminde geçer. Onu da kimse hatırlamaz. Sahi önsözü ve sonsözü olmayan bir aşk anlatıp çıkacaktım değil mi?

 

Yağmur altında ıslanan her insan âşık mıdır ki bütün aşklar yağmur tadında olsun.

 

Ressamdı kadın. Erkek işsiz. Tek işi; ümitlerini kovalardı. En iyi yaptığı işti bu erkeğin. Kadınsa bir tek bunu beceremezdi sanki.

Erkek; “Olmayanı var etmektir gerçek aşkın ispatı” dedi usulca eğilerek kadının kulağına. Kadınsa; “Gerçek olmayan aşkı var etmektir aşkın ispatı, diye mırıldandı yanında duran erkeğe; kafasını bile çevirmeden. Tekrar kitaba daldı kadın. Ta ki 21:15 vapuru iskeleye demirleyinceye dek.

Önüne düşen saçlarını geriye doğru atarken kadın, usulca eteklerini düzelterek oturduğu yerden doğruldu. Hafiften esen rüzgârın burnuna getirdiği limon çiçeği kokusunu içine çekti erkek. Saçların omuzların üstünde süzülüşünü bir işaret sayarak... İçindeki bu titremeyle birlikte süzüldü bir martı gibi ürkek ve delişmen.

 

Kalabalık caddeye emanet etmiş kendini, yürüyordu kadın emin olmaya zorlanmış adımlarla. Kitaplar dedi erkek yalnız güzel bir kadının elindeyse dikkatimi çeker.

Dürüst ve açık yürekli bir yaklaşım diye düşündü kadın. Sonra kadınların içinden geçirdiklerini erkeklerin anlamamasına ve erkeklerin içinden geçenleri ise kadınların çok çabuk kavramasına şükrederek şanslı saydı kendini.

Aniden başını sağ tarafa çevirerek ‘Def olur musun şuradan geri zekâlı!’ diyerek sert bir çıkış yaptı.

Erkek ‘ Siz çok zekisiniz biliyor musunuz?’ dedi kendinden emin bir tavırla. Kadınsa hiç oralı olmadı. Erkeğin kafasındaki kurgu gerçekleşmemişti. Oysa kadın ‘Neden?’ diye sormalı, erkekse ‘Aklımı başımdan aldın, şimdi bana geri zekâlı diyorsun’ demeli ve ardından belki de zekâsını geri istemeliydi. Öyleyse bu kadın gerçekten zeki olmalı diye düşündü. Sonra kadınların söylediklerine erkeklerin inanmamasına ve erkeklerin söylemediklerine bile kadınların bağlanmasına şükrederek şanslı saydı kendini. Bir kez daha denemeliydi. Hep 21:15 vapuruna mı binersiniz, dedi. ‘Sana ne bundan?’ diye yanıtladı kadın. ‘Gider misiniz artık sıkıldım!’  diye ekledi.

-         Tek bir şey söyleyip gideceğim.

Kadın duraladı. Erkeğe doğru dönerek ‘Buyurun?’ dedi.

-         Ne istiyorsunuz benden?

-         Bir şey istemiyorum. Ya da istiyorum, evet istiyorum sizden hoşlandığımı size haber vermek istiyorum.

Birlikte yürüdüler uzun caddelerden geçerek, dar sokakları sahiplenerek saatlerce yürüdüler. Yürek törpüsüyle yalnızlığının tortusunu kazımayı düşleyen bir kadın ile libido dürtüsüyle cinsi insiyakının tortusunu kazımayı düşleyen bir erkek, karanlığın aguşuna yürüdüler titreyerek.

 

Kadın, hayatına anlam katmayan tüm renklerden sıyrılmak, erkek bu renklerin tümünü kırmızıya boyamak için titriyordu. Üşüyen ellerini uzatırken bir yabancıya kadın, bulanık zihni yüzlerce neden sıralıyordu. Ve önce elleri ısınıyor…

Gözleri alev alev ışıldıyor sarmaş dolaş bedenleri denize doğru bakan bankın üzerinde bitmeyen bir ateşle yanarken yangını yanaklarına vurarak kızarıyordu.

 

Denizin üzerindeki yakamoz kadının yanaklarındaki fenerden daha parlak değildi. Ve kınından çekilen yeni dövülmüş kılıç gibi parlıyordu erkeğin gözleri. Gözbebeklerinde aşktan sarhoş olmuş bir aşüfte çaresizliği. Ve çaresizliğin yamaçlarından kızgın bedenlere akan arzu ve şehvet...

 

İnsan Cezanne’nin bir kap içinde duran meyve portresine acıktığı için bakmaz, diye düşünürdü kadın. Karışık renk ve şekillerin bıraktığı intibaları ahenkli bir bütün haline getirirdi duygular.

Ya şimdi meyve tabağında duran bir portre miydi kendisi. 

Ve neden artık ellerini bedeninde gezdiren bu erkeğin düşüncelerini kestiremiyordu.

Bir erkeğe kelimelerle söyleyemeyeceği, söylemekten utanç duyacağı şeyleri resimle hayâsızca söylerken şimdi neden kendini bu ölçüsüz oyunun sahnesine bırakmıyordu?

Sarıldı kadın sımsıkı karşısında duran erkeğin boynuna.

Dudakların, dedi erkek.

Kadını deniz kenarına doğru çekerek: “Dudakların en tatlı hazların kuyumcusu, en ölü duyguları dirilten nefesin sonuncusu”…

 

Oysa aharlanan yüreğin mühresiydi bir kadının dudakları. Kendine doğru çekerek üzerindeki yalnızlığı örtmek istediğini kim bilebilirdi ki bir kadından başka. Ve yukarı doğru çektiği eteğiyle yüzünü örtmesini kim anlayabilirdi bir kadından başka. Sokak fahişesi gibi hissettiğini ertesi gün yatağında uyandığında fark etti. Bir de paltosunun cebinde telefon numarasını bulduğu gün.

 

Erkek haftalarca bekledi. Kadın haftalarca titredi.

 

Erkek hayalin derinliklerine, ihtirasın düşkünlüklerine ve aşkların taşkınlıklarına dair resimler çizdi. Kadın tahammül edilemez bir gerçekler dünyasından tahammül edilebilir bir sessizlik âlemine gerçekle ilişiği bulunmayan bir hayal bölgesine esrarlı bir kaçış gerçekleştirdi.

 

Ressamdı erkek. Kadın işsiz. Ve yine 21:15 vapuru iskeleye demirleyinceye dek.
( Yakamoz Ve Menopoz başlıklı yazı SönmezKORKMAZ tarafından 2.01.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.