Her masalın gerçek bir yanı varmış...

Zehri yüzüklerinde taşırmış padişahlar. En görkemli saltanatın kulesinde otururlarken, uzatırlarmış ellerini kölelerine.. Bilmeden dudakların değdiği o şatafatın baş dönmesinde, saklı nice gerçekler dururmuş  ta, haberimiz yokmuş...

 Ne zaman ki, hayale dalar insan o zaman kuvvetten düşer. Bazen düşünmek, zamanın zembereğine mağlup olmaktır. Geçmişin kuvvetsizliğinde, geleceğin belirsizliğinde savrulurken beden, elde edilebilecek tek hakikat, yaşadığın anın kıymetidir.

Yaşıyordu çocuklar masumluğun zirvesinde ve analar, babalar ışığıyla yüklenmişlerdi hayatı. Yaptıkları her şey kayıt altındayken, huzur yoktu belki hayatlarında. Ama yaşamak her ne olursa olsun güzeldi.. Güneş doğuyordu ya ve yağmur zaman zaman çiseliyordu üstlerine.. Tüm renkler vardı kainat sarayında, siyah belirgin bile olsa...

Halepçeli Ömer, şefkatle baktı yavrusuna. Gözünün nuru, gönül aydınlığı biricik evladı Ali uyku mahmurluğu içerisinde bir köşede kıvrılmıştı da, hanımının ikazıyla onu kucaklayıp yatağına yatırmak için odasına yönelmişti.

Tam o sırada, Ali gözlerini araladı. Babacığım ben uyumuyorum ki deyip huysuzlanmaya başladı. Ömer biliyordu evladının huyunu. Usulca yatağına yatırdı. Komedinin üzerinde duran masal kitaplarından birine uzandı.
Bir musikiyi andıran sesiyle masal kitabının sayfalarını araladı ve kaldığı yerden okumaya başladı.

Pamuk Prenses, evinin kapısını çalan bu yaşlı ve çirkin ihtiyar kadına acımıştı. Ona bir parça ekmek ve bir bardak su getirdi. Yaşlı kadın suyunu içtikten sonra, benim güzel kızım dedi ve çantasından çıkardığı kıpkırmızı bir elmayı prensese uzattı. Hadi ye kızım dedi.. Prenses ömründe hiç bu kadar kırmızı bir elma görmemişti.  

Ömerin şefkatli bakışları evladının üzerine yöneldi. Yavrusu mışıl mışıl bir uykuya dalmıştı. Masal bir elmanın kırmızılığında kalmış, prensesin onu yiyip yemeyeceği meçhule uzanmıştı. Ama hayat tüm gerçekliğiyle fermanını duyuruyordu.

O sabah Ali ve annesi hatta tüm Halepçe çok güzel bir elma kokusuna uyandılar. Ali koşarak mutfağın yolunu tuttu. Koku burdan gelmiyordu. Annesi de meraklanmıştı doğrusu. Fatıma feracesini sırtına geçirdi. Koşar adım sokağa çıktılar. Hayret komşuları da sokaktaydı. Herkes bu kokunun kaynağını arıyordu. Tüm şehir ordan oraya koştular, durdular. Belki de kıpkırmızı bir elmanın, kokusunu aradılar.

Bir zaman sonra vücutlarında bir yanma hissetmeye başlamışlardı. Fatıma sağa sola koşturmalarına yordu. Gözleri Aliyi arıyordu. Bir an önce evlerine dönmenin telaşesi sarmıştı. Aliyi kaptığı gibi evinin yolunu tuttu. Ali, anne ben yanıyorum, her tarafım yanıyor diye haykırıyordu.

Eve girdi ve doğruca banyonun yolunu tuttu. Bu harareti kaynak sularından başkası dindiremezdi ama yapacak bir şey yoktu. Suyu üzerlerine boca etmeye başladığı an, alevsiz ve dumansız bir işkencenin tam ortasına düştüklerini anladılar. Vücutları acıyla büzüştü ve çığlıklarla koyun koyuna sarılarak orda can verdiler.

Kitap, masum bir hikayenin özgürlüğünde geleceğe uzanırken, yüzüklerinde zehir saklı akbabalar, bir elmanın kırmızılığında, unutulmadık bir zaferi kutluyorlardı. Bir şehir uykuya dalmıştı..
( Masallar Ve Gerçekler 1 başlıklı yazı Süvari İzci tarafından 24.04.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.