Ocakbaşı
mevsimi, şubatın on altısı,
Devasa bir değirmen unları
savuruyor,
Dondurucu bir ayaz her yeri
kavuruyor.
Karanlık bir beyazlık sararken
tepeleri,
Sokağa çıkılacak bir mevsim değil
amma,
Gurbete yol düşürdü, çözümsüz bir
muamma.
Bir öğle sonrasında araba yola
çıktı,
Arabayı sarsarken yolun bozuk
taşları,
Ürkütmüştü sesimiz yem arayan
kuşları.
Kristal bir yol olmuş, yorgun
derenin suyu
Yolumuzun solunda kovasız bir kör
kuyu,
Kartal belini aştık, unuttuk biz
korkuyu.
Endişeler bitince başlar omuza
düştü,
Çiftleşirken havada bembeyaz
kelebekler,
Kimi giden yolcuyu, kimi geleni
bekler.
Araba kıvrılarak geçerken bir
boğazdan
Ansızın çıkıverdi, sıcak bir hande
ile
Yokuştan iniyorken yeşil sath-ı
maile.
Koyu yeşil çamlıkta bir kahve, pembe
beyaz,
Sohbeti koyultmuştuk, çayımızı
içerken,
Tepsi geldi masaya, şöför : gidelim
! derken.
Ayran, bulgur pilavı, bir de acılı
turşu,
Yemeğimizi yedik, bitti bu güzel
mola,
Sonucunu bilmeden yeniden düştük yola.
Yollar yola eklendi, tırmandık bir yamacı,
Yolları kapamıştı, lapa lapa yağan kar,
Her tarafta sessizlik, sonsuz bir beyazlık var.
Ne bir köy görünüyor, ne de belli sağ ve sol,
Kararsızlık içinde yolumuzu seçerken,
Güneş terk etti ufku, mutadından da erken.
Karanlık bir taraftan, yolsuzluk öte yandan,
Herkesten bir öneri, her kafadan ayrı ses,
Bazısı makul gibi, ekserisi de abes.
Çözüm bulunamadı, dövüldü havanda su,
Herkesin kurtulmaktan umut kestiği anda,
Güçlü bir far ışığı belirmişti sağ yanda.
Birkaç dakika sonra kar ekibi ulaştı,
Kurtulduk bu kabustan, şükür olsun ! diyorduk,
Ekibin peşi sıra, güvenle gidiyorduk.
Bir aksilik olmazsa menzile varacağız,
Makus talihimizi bir daha kıracağız…