Babamın senelerce beklettikten sonra götürdüğü dayımın köyü ve çiftliği beni öylesine  etkilemişti ki her gittiğim yerde ondan bahseder olmuştum,  anneannem   beni   çok sevdiği  ve şımarttığı için tatil günlerimin çoğunu onlarda geçirirdim. Benim de onu sevmemin  birçok sebepler vardı, oturdukları  ev okuluma  yakın olduğundan hemen hemen  her  gün,  bazen  bir , bazen  iki  defa teneffüs saatlerinde okula gelir, mevsimine göre taze veya kuru yemiş dolu bir çıkını arkadaşlarımla yememiz için bırakırdı, o zamanlar şimdiki gibi parklar,çocuk bahçeleri  olmadığından akşamları ve tatil günleri sokaklarda top oynar,komşulardan devamlı azar işitirdik ama anneannemlerin mahallesinde Ahırardı denilen çok müsait bir çayır vardı,burada her türlü oyun oynayabildiğim gibi harman mevsiminde düven sürmek olanağı  vardı,bazı aylarda Anadolu’yu dolaşan ip cambazları  burada gösteri yaptıkları için onları seyretme şansına da sahiptim.

Ayrıca, hafta sonlarında gittikleri   mesireler  ve tanıdıklarının meyve bahçeleri   bana cazip gelirdi, tabii her gidişimde dayımın  çiftliğinden bahis açardım, yine böyle bir sohbet esnasında özel idarede memur olan  dedem ,  görevli  olarak dayımın  köyüne gideceğini açıklayınca beni de götürmesi   için yalvarmağa başladım,   anneannemin desteği  ile dedemi razı ettik ama babamdan izin almak çok zordu,karnemi  beğendiği bir gün  onu da ikna edince sorun halledildi.

O   senelerde ,   evcil    hayvanlardan   “Hayvan Sayım Vergisi “ adı ile bir vergi alınmakta idi ve beyan  esasına  göre  tahakkuk  ettirilerek  tahsil olunurdu,  her muhtar köyündeki hayvan sayısını beyan eder, görevli bir memur köye gelerek sondaj usulü sayım yapar, eğer muhtarın beyanı doğru ise bir miktar ikramiye ile ödüllendirilirdi, dedem de sayım memuru olarak görevlendirilmişti.

Köye geldiğimizde çiftlik yerine, köyde bir başka eve misafir olunca sebebini sordum, dedem dayım muhtar olduğu ve onu kontrol edeceği için  onlarda  kalmamızın doğru  olmayacağını  belirtti, kaldığımız ev  Mustan  Ağa isminde birine aitti, o da akrabamız imiş.

Ertesi sabah dedem köy odasına giderken Mustan   Ağanın   oğulları : - evde sıkılma seni balığa götürelim!  dediler,  peşlerine takıldım, değirmene uğrayıp oradan takriben 1.5 metre boyunda  haç şeklinde  çakılmış iki sopaya takılı, oldukça seyrek bir ağla 4-5 metre uzunluğunda bir sopa alarak köy girişindeki  derenin  kenarına  geldik,  onların   evde  besledikleri  munis  bir köpek olan Karabaş da bizi bırakmamıştı. İkisi de soyundular, üzerlerinde sadece  külotları   kalmıştı , 50 -60 metre ara ile suya girdiler, su seviyesi omuzlarına  yaklaşıyordu,derenin geliş istikametinde olanı  elindeki uzun sırıkla her iki tarafı karıştırarak diğerine doğru yürürken öteki  de  ara sıra ağı daldırıp yukarı çekiyordu, her çekişinde 0,5- 1 kg.lık birkaç balık yakalanıyordu, onları alıp tekrar daldırdığı ağda yine birkaç balık çıkıyordu,böylece epey balık yakalayıp giyindiler:-biz ağı değirmene bırakıp balıkların bir kısmını tanıdıklara dağıtalım,sen eve git! dediler, onlardan ayrıldım, fakat Karabaş beni bırakmadı, peşimden geliyordu, sokağımıza  yaklaşırken  birkaç azgın köpek bana saldırdı, çok korktum ama ancak birkaç taş atabildim, Karabaş en çok yaklaşanı ısırıp ötekine geçiyor, beni koruyordu, sesleri duyan Mustan Ağanın eşi gelinceye kadar köpeklerle boğuşan Karabaş epey yara almış ama beni kurtarmıştı, günlerce tedaviden sonra kendisine gelebilmiş.

           Balıkçılar yakaladıkları balıkların çoğunu dağıtarak birkaç balıkla eve döndüler, anneleri Fatma teyze  mutfağa girince ben de peşinden gittim, izlemeye başladım, balıkları temizledikten sonra büyük bir toprak  güvece koyan Fatma teyze tuzlayıp, birkaç diş sarımsak ve biraz tereyağı, çok az su ilave edip kapağını  kapadı, biraz hamur hazırlayarak kapaktan buhar çıkmaması için hamuru çepeçevre sıvadı, o dönemlerde düdüklü tencere yoktu ve sanırım  mucidi bizim köylü teyzelerdi, zira Kütahya dönüşü anlattığımda anneannem yıllardır bu usulle yemek yapıldığını ve  kendi suyu ile piştiğinden çok lezzetli olduğunu söyledi. Hakikaten akşam yemeğinde o güne kadar yemediğim nefasette bir balık yedim.

Ertesi   gün ,   yapılan   son  sayımlarda  beyanın  doğruluğu kanıtlanacağı sırada İbir’lerin  evinde sayım dışı bir merkep olduğu  yolunda  bir ihbar alan dedem, korucu ve azalarla bahsedilen eve gider,samanlığa kadar aradıkları halde bulamazlar,fakat  aralarında tarla meselesinden dolayı   eski bir husumet  bulunan muhbir israr edince  tekrar gidip her yeri  yeniden  ve daha dikkatli ararlarsa da bulamazlar, tam çıkacakları sırada bir anırma sesi işitince dar ve çürük olan merdivenlerden sesin geldiği birinci kata çıkarlar ki  misafir odasında  kocaman bir eşek, tabii vergi cezalı olarak alınır ve muhtar da ödülden mahrum kalır.

Gerek   bu   vergi,  gerekse yol  parası adı altında alınan,  tahsili  mümkün   olmazsa  borcu karşılığında  yol  inşaatında  çalıştırılmak suretiyle  mükellefe  ödetilen  vergiler  bilâhare  kaldırılmıştır.

Dar  ve  çürük  merdivenden  eşeğin  üst  kata  nasıl  çıkarıldığı, sadece   köyde   konu   edilmekle  kalmayıp  Kütahya’ya  döndüğümüzde,  aile  arasında  günlerce,  gülme  vesilesi  olduğu  gibi  Karabaş’ın kendisini  tehlikeye  atarak  gösterdiği  vefa  ve fedakârlık  da takdirle karşılanmıştı.

 

( Dayımın Çiftliği - 2 başlıklı yazı Cevdet Doğan tarafından 20.06.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.