Daha önceki anılarımda da değindiğim veçhile, Kütahya halkının ekserisinin ecdadı asker kökenli idi, bunların harp ganimeti olarak elde ettikleri has, timar ve zeamet, miras yolu ile torun ve çocuklarına intikal ettiği için, köylerde çok miktarda  arazisi vardı, bu tarlaların sahipleri bizzat ekemediklerinden  ortakçı tabir edilen köylüye tohum verilir, onlar eker, hasat yapar, yarısını kendisi alır, diğer yarısını da tarla sahibine verirlerdi, bu gelenek kuşaklar boyu sürüp gitti.

            Dedemin de iki köyde arazisi vardı, her sene ortakçılar hasat zamanı hissesine düşen buğday, arpa gibi hububatı getirirler, bir kısmı tohumluk ayrılır, o sıralarda herkes ekmeğini evinde pişirdiği için bir kısmı su ile müteharrik değirmenlerde öğütülür, ambarlara konur, ihtiyaç fazlası da satılırdı, son senelerde ortakçıların getirdikleri hububat miktarında eski senelere nazaran hissedilir azalmalar başladı, yağmur yağmayınca kuraklık, çok yağdığında da su kesti bahanesi ile izaha çalışılan bu azalmalar dikkati çekecek kadar artınca, mahsulün çalındığı yolunda, dedikodular da yoğunlaşmağa başladı.

            Askerlikle iştigal ettiklerinden yerli ahalinin, normal sanayi alanında (terzilik, marangozluk, bakırcılık Vs.de) faaliyet gösteremedikleri halde, güzel sanatlardaki üstün başarılarının Kütahya’nın kuruluşuna kadar uzandığını görmekteyiz .  Firiklerin yaptıkları çanak çömlek vs. üzerine sır kapladıkları bilinmektedir. Meşhur  masalcı  Ezop Kütahyalıdır, yakın tarihte ise sancak beyliği oluşu ve şehzadelerin burada eğitilmeleri  sebebiyle, kültür ve güzel sanatlar merkezi haline gelen, Kütahya nadide kişilerin yetişmelerine olanak sağlamıştır, bunlardan biri olan Pesendi lâkaplı Hacı Ali Dede (1813-1913) verdiği birçok değerli eserlerinin yanı sıra Ortakçı Destanı adlı eserinde arazi sahipleri ve ortakçıların yukarıda arzettiğim durumlarını eleştirmiştir. Çok uzun olan eserden bazı bölümler alırsak o günkü durumu daha iyi anlayabileceğimizi sanıyorum.

Köylü der, şehre geldim bugün efendim,
Pek severim seni, kimim var benim?
Çarığım eskidi, yoktur yemenim,
Olalım seninle ekin ortağı.

Şehirli der, köse ben ondan bıktım,
Kim ile ektimse hep zarar ettim,
Çok atlar öldürdüm, hayli seğirttim,
Fayda görmedim ben, geç bu sevdayı.

            Der ama ne yapar yapar köylü, ağayı ikna eder, sadece tohum almakla kalmaz, ortağına koyun keçi aldırdıktan gayrı, atını ve hatta kümes hayvanlarına kadar nesi var, nesi yok hepsini köye taşır, ihtiyacı olan giyecek, yiyecek vs.de harmanda ödenmek üzere, ağayı kefil ederek aldırır ve o seneyi bir güzel geçirir.

           Ekmek için götürdüğü tohumun bir kısmını satar, kalanını yer, bunları koyun, keçi, at, kümes hayvanları vs. takip eder, köylünün nizalı olduğu kişiler ağayı uyarırlar, köye gelir ki ne görsün ? harman denilen iki öbek saptan ibaret olunca hayvanları sorar:


Şehirli der harman dursun geride,
Sığır, sıpa, hayvanlarım nerede?
Nişanım var her deride, her yerde,
Damgalıdır her birinin kulağı.


Köylü der sığırların gelmeden bitti,
Koyunların bütün kelebekten gitti,
Keçilerin kimi başından gitti,
Birazların kurt sürüdü aşağı.

(Burada keçi başı denilen bir hastalığa atıf yapılıyor sanırım)

          Şiir bu minval üzere devam eder, finaldeki iki dörtlüğü durumu izaha yeter:


 Köylü ziyade cahil, hem gafil imiş,
Babasın öldürmüş kelp katil imiş,
Vaktin valisi pek adil imiş,
Duydu macerayı taktı yuları.


Şehirli der, kimseye yok emniyetim,
Paşalık etmişsin benim Pesendi’m,
Elim erenlere bu olsun nasihatim,
Köylü ile olsunlar yılan ortağı.


          Biraz da bu şiirin etkisiyle olacak,  o sene harman mevsiminde beni de yanına alan dedem köye giderek harman yerine bir çadır kurdurdu, orada yatıp kalkmağa başladık, bir akşam dövülen ekinler savruldu, seç meydana çıktı ama hava karardığı için sabahleyin taksim edilmek üzere bırakıldı. Ortakçının hanımı ve çocukları da yakınımızda kurulu çadırda yemek hazırlıyor, çay, kahve yapıyorlardı, ortakçı ara sıra çadırın önüne çıkıp - Hanım, su ısınmıştır, ağama pınardansoğuk  su  getirin !  diye  sesleniyor, o da hiç itirazsız kocaman iki testiyi omzundaki sırığa takarak gidip su getiriyor, her gelişte de buz gibi sudan birer bardak içiyorduk,  zira  geceler  bile çok sıcaktı, bu seremoni, çok az uyuduğumuzdan, saatlerce devam etti.

         Sabahleyin, kahvaltıyı müteakip ekinin taksimine sıra geldi, ortakçı ayar tabir edilen ölçekle her çuvala 6 şar adet dökerek ağızlarını bağladı, taksimat bitince ortakçı - Ağa,ekinleri çaldırmamak için onca yol geldin, yarı aç yarı tok, uykusuz bekledin, hele gel, sana bir şey göstereyim! diyerek bizi 50-60 metre ötedeki bir buğday yığınının yanına götürdü - Hanım her suya gidişte buğdayla doldurduğu testileri buraya boşalttı,  bunlar senin buğdayların, biz istersek başında beklesen de çalarız, git  şehir’e, rahatına  bak ! deyince hem şaşırdık, hem utandık ve hemen Kütahya’ya döndük, aradan çok zaman geçmeden aile  meclisi  kararıyla  tarlaları  satışa çıkardık, başka talip çıkmadığından, değerinden çok daha ucuza ortakçımıza  satmak zorunda kaldık.

 

 

 

 

 

 

( Ortakçı Destanı başlıklı yazı Cevdet Doğan tarafından 2.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.