Gezginim, göçerim derim de kimse inanmaz. Şehir şehir dolaşırım da ruhum, bir an olsun, kanmaz. ”Kandım, doydum” dediğini duymadım bir kere onun. Özlemimse hep o “şehir”… Düşlerimin şehri değil özleyebildiğim, hayalim olan şehri özlüyorum ben… Belki de, hayalime ulaştığım şehirde, düşlerimin şehrine “on arşın” daha yaklaşacağımı umarak; önce, hayalimi iple çekiyorum. Kimse bilmez! Nereden bileceğiz? Olmaz mı? Hayalimin şehrinde “Bunu bil!” diyen bir ses duyarım, “içimin sessizliğinde”… Bırakalım, onu sonra düşlerim…
 
İşte, böylesi bir göçerim ben. Şehre ulaşmaya “çeyrek kalmışken”, geçtiğimiz hafta sonu köylere inmek diledi gönlüm. Nereden bilirdim ki, İnlice köyüne indiğimde olacakları? Şehirden şehire el uzatıp da bütünlenmeye hasretken, köyden köye kör bıçakla dilimleneceğimi? Böylesi bir köy dilimi İnlice, beni dilim dilim dilen… (Ney-lersiniz? Herşey kısmet!) Köye adını veren onlarca mağara mı “ünletmiş” onu böylesi? Ya da üç beş çatının, damın “var” görünüp de “kapılarının kapanışı” mı inletmiş köyün “oyuk içini” bilinmez? Ama “adı” İnlice konmuş bir kez: Ya ünle ya inle!
 
Hangi şehirde mi bu köy? Henüz ünleyemem onu size, sessizliği bozarım yoksa… ”Bilmemi isteyen” sessizlik; “Daha fazla söyleme, sus” diyor. İşte, bunu sen de bil, “okuyucu”… Ve içinde bul o köyü…
 
On on beş haneli köye girdiğinizde, “sol yanınızda” mağaraları görürsünüz; tam mağaraların karşısında harap köyün yıllara meydan okuyuşuna tezat, yeni yapıldığı parlak ve gıcır gıcır tahtalarından belli olan “köy evi”ni görünce, can evinizden vurulur; gözlerinize inanamazsınız. İşte o an, bir yanınız hüzündür, bir yanınız mutluluk; bir yanınız eskidir, bir yanınız yeni; bir yanınız gündüzdür, bir yanınız gece; bir yanınız gençtir, bir yanınız ihtiyar; bir yanınız “geçmiştir”, bir yanınız “gelecek”…
 
(Efendim? Anlamadım iç ses, bir daha söyle:”Gelecek, gelmeyecek mi”? Kim bilecek?)
 
Ve ardından bir düşünce saplanır yüreğinize; bu yeni yapı yıpranmaya istekli olsa da yılları göğüsleyebilecek mi, yanı başında sıralanmış “eskiler” kadar? Onu ancak “yeni”, kendi bilecek… Bakışından, duruşundan anlarsınız!..
 
Bir bakın hele…
 
Köyün konuk evine ayak basmamızla birlikte; yaşlı ama çevik, tüm acıyı aydınlık yüzünde hapsetmiş, sevimli muhtarın arkamızdan yetişerek “Hoş geldiniz!” demesi bir oldu. Tam o anda da, hem insana doymuş hem de insana hasret “bir insanla” göz göze gelişimiz de…
 
Muhtar içeri girdi; evin ruhu değişti: Eve adımını attığı “an”da başladı konuşmaya; ancak, kendi gibi tatlı bir ihtiyar olan hanımının “gençleri yorduk” dediği “zaman”da sustu. Yok, susmadı aslında;”ninem”, beyini kolundan çekip evden dışarı sürükledi yalnızca…
 
Bilmem, muhtar dedem; merdivenleri inip de bahçeden çıkarken de konuşuyor muydu? Duyamadım. Ama eminim, hiç susmamıştır. Zaten bence, dili değil; yüreği konuşuyor dedemin. “Yoruldum mu diye kulaklarımı dinledim şöyle bir; hayır, yorulmamışlar! ”Neler mi anlattı bize “ihtiyar”? Hepsini bir çırpıda bilmeyin, ne olur? Yüreğim, dedeminki kadar genç değil. Yorgunum ben, istesem de söyleyemem. Belki de ruhum yaşlanmış da, ben onu bile duymuyorum.
 
Ama bir şey anlattı ki “o can”; ”İnlice” köyüne “neden” inleye inleye geldiğimi, beni buraların “neye” ünlediğini çözdüm:
 
Dedem, yüz yaşında dünyaya gözünü yuman babasının “anıt tarih” haline gelen hayatını anlatırken; ninesinin aslında bu köyden olmayıp da taa uzaklardan gelen bir göçer olduğunu anlattı. (“Göçer”? Hangimiz göçmeyiz ki?) Sonra, göçerlerin anılarına geldi sıra… Yarım ya da bir saatlik kahvaltı sofrasına bir asır sığdı, bir anda… Hiç böyle bir anı buldunuz mu, buldunuz da kıymetini bilebildiniz mi? Sormayacağım cevabınızı; siz bilin, yeter!..
 
Anlatılan anıların içinde bir tanesi vardı ki; ben, “o dillenen yüreğin” tam orta yerinde, “Yanık Ahmet”e mi yandım; yoksa kim olduğunu hiç tanımadığım Ahmet, ”Yanık Ben”e mi yandı? Çözemedim. Ama sanki o anda, “bir şey” buldum; “çok şey”i bildim…
 
“Yıllar yıllar evvel, göçer bir kadının ikiz bebekleri doğar. Fakirlikten olacak, tam göçeceği sırada yeni doğan bebeklerden birini yanına almak, diğerini “bir ağacın gölgesinde” bırakmak zorunda kalır. Sonra alır başını, “gitmesi gereken yere” yola çıkar; ardına bile bakamadan… Yol, uzundur… Yolda, kucağındaki bebeği kaybeder kadın. Üzülür elbet, üzülmez mi? Canı gitmiştir, ne de olsa… Ama hüznün doğduğu anın yanı başında, hemen umut yeşeriverir. Terk ettiği yere, kısa denilebilecek bir sürede, tanıdığı bir kadının yolu düşünce, ona der ki: ”Olmaz a! Git bak bakalım, “diğer can” o ağacın altında mı?” Kadın, arkadaşının söylediği yere bir zaman sonra gelir; bakar ki, bebek orada ve yaşıyor.”
 
(Nasıl yaşamış o bîçare bebek, bilir misiniz? Ben de bilemedim… Gelin, beraberce “dedeme” soralım…)
 
“Kadın onu bulduğunda, bebeğin başparmağı bitmişmiş neredeyse… Ve, bebeğin güneş alan yanı tamamen yanmış.”
 
İşte o an, anladım; İnlice neden böyle yanık inliyor? Yüreğimden duydum sesi ve bildim:” Beni neler ünlüyor?” Siz bildiniz mi?
 
“Yanık Ahmet” in hikâyesi bu… Bir can, bir kısmet, bir hayat hikâyesi… Bu “gerçek” hikâyeye ben yandım. Yanık Ahmet”e de, elbette. Siz yandınız mı?
 
Dedim ya; “yandım”… Üstelik, yalnızca ona yanmadım: İnlice köyüne, harap evlere, gıcır binaya, oyulan taşlara, duyulmayan seslere, dillenmeyen yüreklere, Muhtar Dedeme, kendime ve size yandım. Dünyaya, aya, güneşe, hayata yandım…
 
Yaktın ve göçürdün beni İnlice… Beni her “dilediğin” an, ünle olur mu? Bize yanarız…
 
Ama içimiz yansa da “şehir”i özleyelim, bırak da… Belki o zaman, ikimiz de bir anda “canlanırız”… Ben böyle bildim… Bilin, istedim…
 
Köyden dönerken, sessiz yolda bir ses duyduğuma eminim… Siz duydunuz mu?
 
 
( Sabuncupunar, İnlice Mevkii Gezisi-25-26 Temmuz 2009)
 
 
Yegah Elif Mirzade (R)
( Ya Ünle Ya İnle... Ama Yanma... başlıklı yazı Rana İslam D tarafından 9.09.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.