HERİKLİ AŞİRETİ BULGUR KAYNATMA ADETLERİ
Daha önce Herikli aşiretinin çok büyük bir Türkmen aşireti olduğunu,
Yörükler ve Avşarlar arasına karışanların olduğu gibi, yörük ve
Avşarlardan da Herikli aşireti arasına karışanların bulunduğunu
yazmıştık. Bununla ilgili tarihi kayıtlar da zaten mevcuttur. Çünkü
osmanlı temettuat defterlerinde değişik tarihlerde Herikli aşiretinin
değişik aşiretler ve boylar arasında ve coğrafi bölgelerde bulunduğunu
biliyoruz.
Ancak hangi aşiret ve boy ile karışsa da veya hangi cografi bölgede
yerleşse de Şamanizmden gelen adet ve gelenekleri ile İslamdan sonra
edinilen veya karışan adet ve geleneklerinden de genelde kopmadığı, bu
adet ve geleneklerde bazı karışım ve değişimler olsa da ana
unsurlarını kaybetmediklerini görüyoruz.
Bu bakımdan da Bulgur kaynatma ve bulgur dövme adetleri de zaman
zaman bazı devir ve coğrafyalarda değişimler göstermiş olsa da bu ana
özellik ve mitler hiç kaybolmamış ve unutulmamıştır.
Şimdi bir bulgur dövme ve kaynatma adetini incelemeye ve anlatmaya
çalışalım. Öncelikle bulgur yapılacak buğdaylar ki bunlara Herikli
aşireti zahra, zaara gibi isimlerde vermişler ve öyle
adlandırmışlardır. Öncelikle bunlar o yılın harmanından kalkan
buğdaylar arasından en iyi cinsinden seçilir, Albustan, karakılçık,
gibi değişik isimlerdeki buğday türlerinden en temiz ve iri olanından
seçilir. Bunlar tertemiz bir şekilde önce elek adı verilen deriden
örülmüş eleklerle elenerek diğer maddelerden temizlenir. Daha sonra
bir güzel buğday taneleri su ile yıkanarak tertemiz hale getirilir.
Ondan sonra büyük bakır kazanlara konularak Tandır adı verilen
ocaklarda bulgur kaynatma işlemi başlatılmış olur. Tandır, Türkmen
aşiretleri arasında hemen hemen her yerde kullanılan bir ocak türüdür.
Genelde evin içinde veya ocaklık denilen ayrı bir binada yerin altına
yuvarlak bir şekilde eşilerek kazılan ve birkaç metrelik bir mesafeden
de külbe tabir edilen bir delikten hava alması sağlanan duvarları taş
veya çamur ile örülmüş ocaklardır. Tandırlarda genelde saçma adı
verilen yakacaklar ki, bunlar hayvan pisliklerinden kurutularak
yapılan kerme adı verilen yuvarlak kalıplara dökülmüş ve kurutulmuş
yakacaklardır. Ayrıca zibil adı verilen hayvan pisliklerinin kurumuş
küçük kırıntı parçaları da bu tandırların yakacakları arasında yer
alır. Bu kazanlara doldurulan bugdaylar belli oranda su da katılarak
kaynatılmaya başlanır. Tabii bulgur kaynatılması öyle tek başına
yapılan bir işlem de değildir. Köyün gelini, kızları ve akrabalar bir
araya gelerek bulgur kaynatmaya hem yardımcı olurlar, hem de bulgur
kaynatma sırasında kendi aralarında eğlenceler düzenlerler, türküler
söylerler, maniler söylerler, atışmalar yaparlardı. Ayrıca bu bulgur
kaynatma törenleri de bir nevi bir şenlik ve genç aşıkların buluşma,
işmarlaşma, konuşma veya mektuplarını alıp verdikleri bir mekan olarak
da kullanıldığı gibi, istenilip de verilmeyen kızların bu törenler
sırasında sevdikleri delikanlılara kaçtıkları yerler olarak da tarihi
kayıtlarda yerini almaktadır. Burada bulgur kaynatma törenlerindeki
türkü ve manileri yazmayacağım. Çünkü o türkü, mani ve atışmaları ayrı
bir konu olarak işlemek istiyorum.
Kazanlardaki buğdaylar iyice kaynayıp piştikten sonra kazanlar
tandırdan indirilir. Piştiğini yani kaynadığını ise bir adet bugday
tanesini alarak bakılır ve o tanenin hiç beyaz yerinin kalmamasına
dikkat edilir, yani iyice pişip sararması lazımdır. Bu kontrol kazanın
altından, ortasından ve üstünden ayrı ayrı yapılarak tüm buğdayların
kaynayıp kaynamadığı da kontrol edilmiş olur. Hepsinin kaynadığına ve
cig kalmadığına karar verilince büyük sufra denilen büyük bezler dam
başına veya avluda müsait olan bir yere serilerek kazandaki bulgurlar
bunların üzerine düzgün bir şekilde yayılır. Yayılan bu bulgurların
iyice içini çekip kuruması beklenir. Bunun için de dam başlarında gece
bulgur beklenir, çocuklar ve ailenin erkekleri genelde dam başında
bulgurun başına bir iş gelmesin, çalınmasın, içine toz toprak
atılmasın diye gece dam başında bulgur beklenirdi. Ben de bu bulgur
beklemesini birkaç kez yaşadım ve o gök yüzündeki yıldızları sayarak
huzur ve huşu içinde uyuduğum o günleri hiç bir zamanda unutmam
mümkün değil.
Serilen bulgurların her ne kadar temizlik işlemi yapılmış olsa da
yine taş ve toprak parçalarının olup olmadığı iyice bu dambaşında
kuruma esnasında kontrol edilir, buna da bulgur ayıtlama denilirdi.
Serili bulgurların her köşesinden ve içinde gezinerek yalın ayak bir
şekilde bu temizlik yapılır ve hiçbir taş ve toprak veya buğday harici
yabancı bir maddenin kalmamış olmasına dikkat edilirdi. Bu işlemin
yanılmıyorsam birkaç gün sürdüğünü hatırlıyorum. Ondan sonra toplanan
bulgurlar çuval va harallara (Haral, çuvaldan daha geniş ve enli bir
çuval çeşidi.) konulan buğdaylar sohu taşına, yani soku'ya götürülüp
orada ayrı bir merasim ve törenle bulgur dövme işlemi başlamış olurdu.
Bu bulgur dövme işlemi de aynı bulgur kaynatma gibi bir şenlik ve
eğlenme vesilesi yapılır, enaz iki kişi, en fazla 4 kişi ellerinde
bulgur tokmakları ile Çingi taşın ortası oyularak yapılan bu sohu
taşının içindeki tanelerin iyice kepirtilmesi yani yüzlerinin
soyulması işlemi yapılırdı. Bu bulgur dövmelerinde de aynen bulgur
kaynatılmasındaki türkü, mani ve atışmalar yapılır, ancak burada
kollar yoruldukça da değişiklik yapılarak sıra ile bulgur dövme işlemi
yürütülürdü. Bulgur dövme işlemi erkek ve kadınlar tarafından ayrı
ayrı ve birlikte yapılırdı. Bu birlikte yapılan bulgur dövme işlemleri
sırasında birbirlerini seven oğlan ve kızlar da böylece bu vesile ile
bir araya gelmiş ve konuşma fırsatı bulmuş olurlardı. Yoksa o dönemde
oğlan ile kızın buluşup konuşması zinhar mümkün olmadığı gibi, çoğu
zaman da kıtale varacak derecede düşmanlıklara bile sebep olduğu da
görülüyordu.
Neyse bulgud dövme işlemi de tamamlandıktan sonra benim
hatırladığım zamanlarda bulgur çekme makinaları vardı veya köylere o
tarihlerde gelirdi bu makinalar. O makinalarda bulgur çekme ve
çektirme işlemleri yapılırdı. Daha önceleri bu makinalar yokken nasıl
yapılıyordu onu hatırlayamıyorum. Ancak bu bulgur çekme makinalarında
bu dövülen bulgurlar birkaç elekten geçerek bir kısmı bulgur, bir
kısmı yarma ki, daha kalın olanı yarma olarak adlandırılıyor ve bugday
tanesi genelde iki parçaya ayrılmış oluyordu. Bulgur ise biraz daha
yarmadan ince oluyor, düğürcük dediğimiz ise bulgurdan da ince ve
eleğin en altında kalan küçük parçaçıklardan oluşuyordu. Bu işlemler
bitip, bulgur çekme işleminden sonra Bulgur makinasının hakkı çekilen
bulgurdan veriliyor, yani çekme bedeli aynen bulgur olarak ödeniyordu.
Çünkü para genelde o devirde köylünün elinde yoktu. Tabii parası
olanlar da para veriyorlardı.
Bu çekilen bulgurlarda yine hemen çuvallara konulmuyor, öncelikle
yine temizlik yapılıyor, rüzgarda savrularak toz ve diğer
parçaçıklardan arındırılıyordu. Bu elde edilen yarma, bulgur ve
düğürçük tabir ettiğimiz ürünler genelde küp veya bulgur çuvalı veya
torbası dediğimiz çuvalların içine ayrı ayrı konularak evin bir yerine
altlarına tahta veya benzeri birşeyler koyarak nemlerden korunması
için diziliyordu.
Bu elde edilen yarma, bulgur ve düğürçük gelecek yılın bulgur
kaynatmasına yetecek kadar herkesin kendi nüfusuna göre
ayarlandığından öbür yılın ürününe kadar bunlardan değişik yemekler ve
özellikle pilavlar yapılıyordu. Yeri gelmişken bu bulgur pilavlarından
da bazılarından söz ederek şöyle biraz iştahınızı açayım. Benim hala
ağzımda tadı bulunan ve tadını bir türlü unutamadığım bulgur pilavları
genelde sade olup, sade yağ dediğimiz tereyağı ile pişirilenleridir.
ancak bulgur pilavlarının patatesli pilavi, domatesli pilavı, kavurma
et ile pişen kavurmalı pilav gibi çeşitlerinin de olduğunu burada
belirtmek istiyorum.
Şimdilik bu bölümle ilgili yazabileceklerim bu kadar sizlerin de
ilave edeceğiniz husus ve eksikler varsa lütfen ekleyiniz.
Ayrıca Bir nevşehirli kadının ve nevşehir şivesi ile bulgur
kaynatmasını anlatan bir sözünü de buraya almak istiyorum. Bakın nasıl
anlatılıyor bulgur kaynatma.
NEVŞEHİR'Lİ AĞZIYLA BULGUR GAYNATMA
Bulgur mu guzum. Bulgur nasıl gaynadılır söylüyecam sana. Gazanı ilânı
goruh ortıya, ilkin elerik zârayı. Yıharıh temiz bi bohca sererik
üstüne cıharrıh zârayı. Sona ilânı tandırın üsdüne goruh. Saçmasını
öne dokerik suyu da bolca gonur. Altını yaharıh gendi başına gaynayı
gaynayı bişer. Noriyon diyene "bulgur gaynatıyoh" dirik. O iyice
gaynayıncah şahır şahır gaynayıncah. Bi denenin içine bahacân hiç
biyazı galmazsaçıkaracaan itaayı saplı tası elimize alırıh sufrayı
sererik ilânlerinen ciharırıh damları süpürürük dama cıharır sererik.
ondan gelli bulguru dinge götürürük dingi bir gözel silerik daşları
temizlerik . Dingin daşı bulguru döne döne îce piricin gabından
soyulduu gibi soyar. yiniden sererik ondan gilli savırırıh sonra
sininin üstüne dokerik, ayıtlarıh gorüyonmu neadar işi var bulgur dir
geçeller. Otururuh elerik çekilenden soona eledimizi ilâne yığarıh.
duusünü başka ilaane yığarıh altının bi unu olur, onu da bi ayrı
elerik. Kuplerimizi temiz bi bezinen ice bi silerih ondan gilli
bohcayınan içine üvidiveririk üstünede çöreotu atarıh bereket olsun
diyi azına ağız baanı goruh gapaanıda gapadırıh. "Allah ağaz dadıynan
gule gule yedirsin." derik.
HERİKLİ KIZ İSTEME ADET VE USULLERİ:
Bütün türkmen aşiretlerinde benzeri şekilde olmasına rağmen Herikli
aşiretinde de kız isteme adet ve usulleri elbette vardı. Bunlar ufak
tefek değişikliklerle Tüm herikli aşiretinde uyulan ve gözetilen adet
ve usullerdir.
Bütün Türkmen aşiretlerinde olduğu gibi ve islamın kabülünden sonra
ortaya çıktığı tahmin edilen Perşembe gecesi kız isteme gitmek adetti.
Çünkü eskiden Cuma günleri tatil ve islamda kutsal gün sayıldığı için
Cumanın gecesi yani perşembe gecesi kız istenmesi uğurlu ve hayırlı
sayılıyordu. Bunun için perşembe günleri kız istemeye gidiliyordu.
Daha sonraları Perşembe günlerine pek uyulmadığı görülmüş, ama genelde
de perşembe kutsiyeti hep akıllarda kalmış ve uygulanmaya çalışılmıştır.
Kız istemeye genelde köyün yaşlı ve sözü dinlenen büyükleri ile yakın
akrabaların büyükleri ile kız isteyecek ailenin ileri gelenleri ile
köy imamı, köy öğretmeni, muhtar, aza gibi kişilerin de kız isteme
heyetlerine katıldıklarını görmekteyiz.
Bilmiyorum ne zamandan başlamıştır ama daha önceleri kız ailesinin
özellikle kız anasının ağzının aranması, yani ne düşünüp düşünmediği,
olumlu mu olumsuz mu düşündüğü şeklinde bir araştırmanın yapıldığını
da bilmekteyiz.
Kız istemeye genelde perşembe akşamları gidildiğini ve bu günün uğurlu
ve hayırlı olacağının düşünüldüğünü daha önce belirtmiştik. Ancak kız
istemeye giden heyetin en önemli konusu da lafı nasıl döndürüp
dolaştırıp kız istemeye getireceklerine karar vermek ve bunu kimin
yapacağını daha önceden tesbit etmektir.
İkramlar yapılıp, çay ve kahveler içildikten sonra bu görevi almış
olan imam, öğretmen veya heyetteki yaşlı kişi ve tabii ağzı iyi laf
yapan bir kişi olması da önemli bir özellikti. Lafı döndürüp
dolaştırıp uygun bir zamanı kollayarak "Gelene niye geldin diye
sorulmaz ama biz Hayırlı bir iş için geldik" diyerek söze başlar ve
arkasını da "Kızınız Ayşe''yi oğlumuz Ahmet''e Allahın emri
peygamberin kavli ile istiyoruz" diye getirir ve herkes rahatlar,
böylece de top ev sahibine atılmıştır artık. Oradan gelecek cevap çok
önemlidir.
Ev sahibi dediğimiz de ya kızın babası, dedesi veya o ailenin en
büyüğü olan erkek kimsedir. Eğer erkek yoksa bu mutlaka o ailenin en
büyüğü ve yaşlı kadınıdır.
Tabii ev sahibi kızın babası hemen de cevap vermez. Çünkü bu mümkün
değildir, hem de töre böyledir. Mutlaka ileri bir tarihe atılacak,
"biz bir danışalım da, Kızın gönlü var mı yok mu bir de ona soralım
da, Biz kendi aramızda bir danışalım da" gibi değişik ifadelerle top
bir sonraki tarihe atılır. Çünkü gelenek böyledir, usul böyledir.
Hemen tamam denmez. Kız evi biraz naz evidir çünkü. Sonuç da "Biz size
sonra haber veririz" diyerek bu merasim böylece tamamlanmış olur. Ama
tabii hemen kalkılmaz gene sağdan, soldan ölüden, diriden, köyden,
işten, memleketten sohbetler edilip, sorular sorulur ve düğürcü heyeti
müsaade isteyerek ayrılır kız evinden.
Düşünme müddeti de öyle fazla uzun sürmez. Müddetin sonunda eğer kızı
vermeyeceklerse yani ailenin, kızın veya büyüklerin gönlü yoksa, yani
kız verilmeyecekse bir sürü bahaneler uydurulur. Direkt bizim size
verilecek kızımız yok denilmez yani. Mesela, Bizim kızımız daha küçük,
önünde daha büyük abisi veya ablası var gibi gerekçeler öne sürülür.
Çünkü Herikli aşiretinde önceleri önünde ağabeyi varken kızın
verilmesi, yani köy tabiri ile satılması zaten mümkün değildir. Önce
abisi önünden çekilip nişanlanacak ki ancak ondan sonra sıra kıza
gelebilsin. Hatta önünde büyük ablası varsa gene mümkün değildir küçük
kızın verilmesi, yani nişanlanması.. Çünkü ablası önce nişanlanmalıdır
ki sıra küçük kıza gelebilsin.
Daha sonraları görüyoruz ki bu sert kuralların yumuşatıldığı ve önünde
abisi ve ablası olduğu halde bazı kızların verildiği, nişanlandığı,
evlendirildiğini ben bizzat biliyorum ve yaşadım. Şimdiler de ise
zaten bu kurala hiç kimse aldırmıyor ve uymuyor bile..
Reddedilme gerekçeleri yoksa eğer kusura bakmayın nasibinizi başka
yerde arayın, yitiğinizi başka yerde arayın, bu iş olmayacak, kızın
gönlü yok gibi sebeplerle de kız verilmediği oluyordu.
Eğer kız verilecekse daha önceden bir haber gönderilir ve filan gün
gelin buyrun denilir. Tabii o gün de kahvesi içilmeli ve söz
verilmelidir. Bazen de kız evi naz evi kabilinden birkaç kez
düğürcülerin gelmeleri özellikle istenir ve yaptırılırdı ki biraz naza
çekilsin, kıymeti bilinsin o kız zor alınmış olsun gibi gerekçelerle
birkaç kez düğürçü gelindiği de bilinmektedir.
Lütfen bu konu ile ekleyeceğiniz bilgi ve belgelere varsa buraya yazın
veya bendenize
[email protected] mail adresime, P.K. 10 Gar
Kayseri Türkiye adresine mektup, yazı resim gibi belgeler varsa
gönderilmesini rica ediyorum.
sabit ince Şair, Yazar, Araştırmacı, Gazeteci