KÜFÜRBAZ
Akraba ziyaretlerini sever misiniz? Ben çok severim. Bugün
de bir yıldır görmediğim amcamı ziyarete gideceğim. Aynı ilçede yaşamamıza
rağmen tam bir yıldır görüşemiyoruz.
Üniversite sınavını kazanıp gittiğim günden beri evimize hiç
gelmemiştim. Okumaya o kadar odaklanmıştım ki tatil zamanlarımı bile değişik
kurslarla değerlendirmiştim. Babamın ve annemin sinirlenmelerine aldırmayıp yaz
tatiline kadar eve dönmemiştim. Şimdi
tatil zamanı… Geziyorum, kitap okuyorum, yüzüyorum, akrabalarımı ziyaret
ediyorum… Anlayacağınız tatilde ne yapılması gerekiyorsa yapıyorum. Bugün de
amcamı işyerinde ziyaret edeceğim. Aslında biraz isteksizce gidiyorum. Çünkü
amcama kızgınım. Yeğeni uzaklardan gelmiş ama o,”Hoş geldin.” demeye bile
gelmemişti. Ne de olsa gençtim ve bende de gurur vardı. Babamın ısrarlarıyla
amcamı ziyarete gidiyorum. Çok sevdiğim akraba ziyaretlerine zorla gitmek bana
ilginç geliyordu. Söylene söylene yollara düştüm. Amcamın iş yeri ilçe
merkezinde bulunan en büyük iş hanının girişinde bulunuyordu. Amcam ilçenin en
tanınmış ayakkabıcılarındandır. Müşterisi oldukça fazla olduğu için yanına
çırak almıştı. Çırak geldikten sonra amcam kendini dükkânının yanında bulunan
okey salonuna atmıştı. Sabah akşam diğer dükkân sahipleriyle okey oynuyorlardı.
Ziyaretine gittiğimde de durum farklı değildi. Bizim buralarda herkes herkesi
tanırdı. Ne de olsa küçük yer. İş hanına girer girmez okey salonunun sahibi
Hadi Amca:
-Hoş
geldin, yeğenim, diyerek beni karşıladı.
-Hoş
bulduk Hadi Amca, dedim.
Masadakiler bir anlığına başlarını kaldırıp bana baktılar.
Amcam beni görür görmez:
-Ooooo!
Hoş geldin yeğenim, diyerek bana sarıldı. Diğerleri de amcamı takip ettiler.
Oturur oturmaz Hadi Amca tavşankanı çayımı getirdi. Amcam oyundan kopmadan:
-Hayırsız,
insan arayı bu kadar uzatır mı?
-Ne
yapayım amca, okumuşken tam tekmil okuyayım dedim.
-Oğlum
senden başka üniversite okuyan yok mu? El âlemin çocuğu hem okur, hem de
anasının babasının yanına geleceği zamanı bilir. Ne bayram ne seyran, hepten
unutacaksın zannettik.
-Telefonla
herkesi aradım.
-Aradın
aramasına amma telefon farklı ziyaret farklı. Bi daha arayı bu kadar soğutma.
Nerdeyse babanın yüreğine inecekti.
-Okurken
olur böyle şeyler amca. Kendimi başka şeylerle de donatayım istedim.
-Donat
canım, donat ama yaz tatillerinde donat. Allah’ın yazları çuvala girmedi
ya.
Biz amca yeğen böyle konuşurken masadakiler de amcamı
onaylayarak ona destek veriyorlardı. Muhabbet almış başını gidiyorken masaya
birisi yaklaştı. Kıyafeti temiz ama çok kırışıktı. Saçı sakalı birbirine
karışmış, dişleri yer yer dökülmüş, yaşını tahmin edemeyeceğim birisiydi bu.
Amcamın yanında oturan Baharatçı Mehmet:
-Ne o
lan, çay ısmarlayacak birini bulamadın mı?
Meçhul adam cevap vermedi. Sadece sırıttı. Amcam beni işaret
ederek:
-Rıza,
eğer şu adama bir güzel küfredersen sana istediğin kadar çay, istediğin kadar
tost.
Adının Rıza olduğunu öğrendiğim adam bir bana baktı bir de
amcama.
-Hadi, hadi,
diye kışkırttı amcam.
Sinirlenmiştim ama ne yapacağıma da karar verememiştim. Rıza
makineli tüfek gibi saydırmaya başladı. Öyle çok küfür ediyordu ki ağzım açık
kalmıştı. Ne sinirli olduğumu belli edebildim ne de öbürleri gibi kahkahalarla
gülebildim. Kimseden böyle küfür işitmemiştim. Ben çaresizlik içerisinde
küfürleri dinlerken ezan okunmaya başladı. Gözlerimi Rıza’nın gözlerinin
içerisine dikerek:
-Ezan
okunuyor, dedim.
Rıza gözlerini benden kaçırarak:
-Ezan
okunuyor, dedi ve sustu.
Masadakiler şaşırmışlardı. Hepsi birbirlerine baktı.
Amcam:
-Ben bu
adamın küfür dışında ilk defa konuştuğunu duydum.
Diğerleri de amcamı tasdiklemişlerdi. Rıza ise söylenenleri
dinlemeden oradan uzaklaştı. Kahveci Hadi Amca:
-Yeğenim,
bizim deli Rıza’nın çayına tostuna engel oldun. Gariban şimdi aç aç dolaşacak.
-Canım
siz de küfür ettirmeden karnını doyuramıyor musunuz?
Sinirlenmiştim. Küfür karşılığında karnını doyurmak… Ne
büyük onursuzluk. Gerçi kime kızmam
gerektiğine tam olarak karar verememiştim. Rıza mı suçluydu yoksa amcam ve
arkadaşları mı suçluydu? Galiba amcam ve arkadaşları suçluydu. Deli olmak
kimsenin tercihi olamazdı; ancak başkalarının deliliğiyle eğlenmek bir tercih
meselesiydi. Rıza’yı ve Rıza gibilerini düşündükçe masadakilerden tiksinmeye
başlamıştım.
-Garibana
yardım edeceğinize deliliğiyle eğleniyorsunuz.
Amcam
sinirlendiğimi anlamıştı:
-Şunun
şurasında zaman geçiriyoruz yeğen. O deli kendisiyle dalga geçtiğimizi,
eğlendiğimizi nereden anlayacak. Üstelik karnını da doyuruyoruz.
-Bunu
onunla dalga geçmeden de yapabilirsiniz.
Baharatçı Mehmet :
-Akif
doğru söylüyor. Adamı resmen küfürbaz yaptık. Küfürle karnını doyuran başka
deli var mı?
Amcam
duyarsız duyarsız:
-Ulan
şunun şurasında eğleniyorduk, işi nereye vardırdınız. O deli aç kalır mı? O ne
anasının gözüdür o. O senden benden akıllıdır. Şu deliyi bırakın da oyununuza
bakın.
İnanamıyordum. Amcam bu kadar mı duyarsızlaşmıştı ya da ben
mi duygusallaşmıştım. Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordum.
-Amca
ben arkadaşlarla buluşacağım, sonra yine görüşürüz.
Amcam oyundan kopmadan:
-Tamam,
yeğen, unutma bizi, yine gel.
-Hadi,
size iyi günler, diyerek yanlarından ayrıldım.
Rıza cevap vermemişti. Annesi olmalıydı. Kulübenin önünde
büyük bir dut ağacı vardı. Dutun altında ise küçük bir masa ve üç kişinin
rahatlıkla oturabileceği bir divan bulunuyordu. Rıza içeriye girdi. Ardından
annesi de girmişti. Birkaç dakika sonra annesi elinde bir tencereyle bahçeye
çıktı. Belli ki yemek yiyeceklerdi. Birkaç kez içeriye girip çıkan kadın masayı
donatmıştı.
-Rıza,
sofra hazır, diye seslendi.
Rıza üzerindeki aynı kıyafetlerle geri gelerek sedire
oturdu. Sandalye yoktu ama bu mesele değildi. Annesi masayı sedire
yaklaştırmıştı. O kadar sessiz bir şekilde yemek yiyorlardı ki şaşırmıştım.
Rıza küfredebildiğine göre konuşuyor da olmalıydı. Ama konuşmuyordu. Gecenin
sesini kurbağalar ve tabak, kaşık sesleri bozuyordu. Yemek faslı sona erince
Rıza hemen sedire uzandı. Annesi masayı toplamaya başladı. Masanın toplanma işi
bitince annesi elinde ince bir pikeyle göründü. Pikeyi Rıza’nın üstüne örterek
Rıza’nın ayakucuna oturdu. İnanamıyordum, Rıza hemen uyumuş muydu? Bu benim işime gelirdi. Merakımı gidermek
amacıyla gizlendiğim yerden çıkarak Rızaların evine yaklaştım. Ne diyeceğimi
düşünmeden:
-İyi
akşamlar teyze, diye seslendim.
Kadın tanımadığı birisini karşısında görünce çok şaşırmıştı.
Yüzüme dikkatlice bakarak:
-İyi
akşamlar oğlum. Tanıyamadım ama…
-Kusura
bakmayın beni tanıyamamanız normal, önce size kendimi tanıtayım.
Hiç tanımadığım bu kadına kim olduğumu, sabahtan beri
yaşadıklarımı anlattım. Bir masal dinlercesine sözümü hiç kesmeden beni
dinledi. İlk defa Rıza’yı merak eden birisini gördüğünü söyledi. Bedeni solmuş
ama ruhu dipdiri olan kadının gözleri dolmuştu. Ben sustum o başladı:
-Sahipsizlik
çok zor evlat, diye söze başladı. Biz yukarıdan taaa Kışlacık köyündeniz. Daha
gözümü açmadan Rıza’nın babasıyla evlendirdiler. O fakir, ben fakir. Eski bir
ahırı ev yapıp oraya yerleştik. Rızanın babası Kore Gazisidir. Kore’den
geldikten sonra fazla yaşamadı. Savaşta çok üşütmüş. Sabahlara kadar öksürüğü
geçmezdi. Yıllarca ne o uyuyabildi ne ben … Hastalığı hepimizi perişan etmişti.
Oysa ben kucağımda küçük bir çocukla ne umutlarla beklemiştim onu. Bir sabah
öksürükten sonra öyle bir kan geldi ki ağzından çok korkmuştum. Zaten o günün akşamında
da öldü. Küçük bir çocukla çaresizlik içinde kalakaldım. Ne olursa olsun
Rıza’yı en iyi şekilde yaşatmaya karar verdim. Ne benim kaderim ne de babasının
kaderi Rızanın hayatını etkilememeliydi. Köyde beş yıl okuduktan sonra onu
kasabaya gönderdim. Komşu köyden gelen çocuklarla birlikte bir evde kalıp
okumaya başladılar. Başlarında liseye giden büyük çocuklar vardı. Ara sıra
gelir onlara para bırakır, Rızaya sahip çıkmalarını tembihlerdim. Sağ olsunlar
hep göz kulak oldular. (Derin bir nefes aldı. Artık gözyaşları damlamaya
başlamıştı. Başındaki beyaz yazmasının ucuyla gözyaşlarını silerek devam
etti.)Yazın yanıma gelir bana yardım ederdi. Kaç sene böyle sürdü gitti.
Rıza’nın büyüdüğünü görmek beni çok mutlu ediyordu; ama oğlum büyüdükçe
dertleri de büyüyordu. Komşulardan duyardım: Senin Rıza Kör Ahmetlerin Ayşe’sine
âşıkmış, diye. İnanmazdım ama doğruymuş. Meğer benim Rıza kara sevdaya tutulmuş
da haberim yokmuş. Gençlik hevesidir, geçer zannettim. Oğlum lise son sınıfa
geçtiği için okulunu bitirir çalışmaya başlar diye umutlanıyordum. Ama öyle
olmadı. Yaz sonunda oğlumu köy minibüsüne
bindirip uğurlamıştım. Ardından çok dualar ettim. Son senesiydi ne de olsa.
Okulunu bitirir başının çaresine bakar diye seviniyordum. Babasının gazilik
maaşıyla zar zor okutuyordum. Okulunu bitirmesi
ikimiz için de en iyisiydi. Rıza kasabaya gittikten üç gün sonra bir akşamüstü
muhtar evime geldi:
-Senin
çocuk dün okula gelmemiş. Eve de uğramamış. Öğretmenleri haber vermemi
söylediler, dedi.
Başımdan
aşağıya kaynar sular döküldü. Komşular başıma üşüştü. Ertesi gün soluğu
kasabada aldım. Rıza’yı ne gören ne de duyan vardı. Ev arkadaşlarına sordum.
Geç vakit bakkala gittiğini ve dönmediğini söylediler. Çocuklar o gece
jandarmaya gitmişler. Jandarma aramış taramış ama bulamamış. En sonunda geceleyin
ekmek aldığı bakkal :“Galiba kaçırıldı.” demiş. Rızanın kendisinden ekmek alıp
giderken bir arabaya bindirildiğini görmüş. Anlayacağın yavrum, Rıza’yı kaçırıp
dövmüşler. Dövdükleri gibi bir de yaylanın soğuk sularına atmışlar. Gece
boyunca zorla soğuk suyun içinde tutmuşlar. Jandarma bulduğunda donmak
üzereymiş. Meğer Ayşe’yi amcaoğluna vereceklermiş. Rıza, kızın aklını çelmesin
diye gözdağı verelim, demişler. Elleri kırılasıcalar çocuğumun hayatını
mahvettiler. Oysa muhtar haber ettiği zaman karıları, kızanları sözüm ona
üzülmüşlerdi. Mahkeme kaçırmaktan, alıkoymaktan ikişer yıl ceza verdi. Benim
oğlumun hayatını mahvettiler iki yılla kurtuldular. Rıza aylarca hastanede yattı. Tıpkı babası gibi o da öksürüğün pençesine
düştü. Okula gitmedi, konuşmayı kesti. Hayata tamamen küstü, her şeyi boş verdi.
Bu olaydan sonra köyde o insan kılığından çıkmış insanların yanında duramazdım.
Çok ağrıma gitmişti. İlçeye taşındık. Bu gördüğün viranede ana oğul idare edip
duruyoruz işte. (Bir müddet sessizce bekledi)Artık ona bir şey diyemiyorum.
Gündüzleri seralarda, tarlalarda çalışırım. Rıza’da çarşı pazar dolaşır durur.
Biraz gazilik maaşı, biraz da Rıza için yapılan yardımlar derken geçinip
gidiyoruz işte. Her şey geçip gidiyor ama Rıza’nın öksürüğü geçmiyor. Doktorlar
Rıza’nın içinin çürüdüğünü söylediler. Ha bugün ha yarın bekliyorum.(Artık
hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı.)O öksürük krizleri boyunca ben de onunla
birlikte ölüyorum. Ne bitmez bir çileymiş bu. Önce kocam, şimdi oğlum. Herkesin
imtihanı farklıymış evlat, benim imtihanım da bu galiba.
Rıza’nın
hikâyesini öğrenmek içimi acıtmıştı. İnsanlığımdan utanmıştım. Biraz da aşka
kızmıştım. Neden hep varlığını hatırlatmak için kendisine kurbanlar seçer,
neden? Mecnunu çöllere düşürdü, Ferhat’a dağları deldirdi, Kerem’i yaktı ama yetmedi.
En sonunda da gariban Rıza’nın hayatını karattı. Gündüz tanıdığım küfürbaz,
geceleyin aşk sayesinde garibana dönmüştü.
Eve
hangi duygularla, nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. Uykularım delik deşik
olmuştu. Sabaha kadar yatakta döndüm durdum. Sabah ezanının ferahlattığı içim
bir müddet sonra okunan salayla ürpermişti. Yoksa ölen Rıza mıydı?... Neyse ki Rıza değildi. Birkaç gün bu şekilde
geçti gitti. Onu tanıdığım yerde, yine amcamın yanındayken okunan bir sala okey
salonunda şaşkınlıkla karşılandı. İmam, Rıza’nın ismini anons ediyordu. Amcam:
-Bizim
küfürbaz ölmüş, dedi. Dayanamadım, hemen dışarıya çıktım. Çok şey söylemek
isterdim ama kelimelerimi yutmuştum. “Allah rahmet eylesin.” dedim kendi
kendime. Ayaklarım beni mezarlığa sürüklerken sağımdaki, solumdaki, önümdeki,
arkamdaki herkese bağırmak istiyordum:
-O
küfürbaz değildi, onu siz küfürbaz yaptınız. Hangi çocuk yeryüzüne küfürbaz
olarak gelir ki...
Yazarın
Sonraki Yazısı