Silik bir kişilik ve kimlik taşıdığından mı? Yakın akrabalarla arasındaki bağların kopuşundan mı? Bir türlü anlam ve mana veremiyor, ancak bir kişilik ve kimlik eksikliği olarak yorumlayabiliyordum.

 

Gerçi her fert nevi şahsına münhasırdı. Kendisi ile çevresi arasına sanal bir duvar çekmişti. Yıllardır işinin dışında bir şeyle meşgul olmadı. Hayata mı küsmüştü? Kendi kabuğu içinde yaşayıp gidiyordu. Etrafındaki dünyayı umursamıyordu bile… Belki de içinde fırtınalar kopmasına rağmen dışına vurmayan tiplerden biriydi…

 

Kalple kafa arasındaki denge nerelerdeydi? His ve duyguları ne âlemdeydi? Bunu yine en iyi kendisi biliyordu. Pek konuşmayı seven biri de değildi. Gözleri işinin dışındakileri görmezdi. İşi gereği orasını, burasını gösterip elletmek isteyenlere bile kayıtsız kalıyordu…

 

Geçen yıllar içinde birkaç semt değiştirmişlerdi. İçimden yazımın bu kısmıma “İzini Kaybettiren Adam” adını koymak geçti. Kaç insan kendi şahsiyetinin haritasını deşifre edebilir? Kendi benlik motifinin ne olduğunu, nasıl işlediğini, kendisini ne ölçüde etkilediğini anlayabilir? Ve benlik hapishanesinden kurtulabilir?

 

Kadın, kartvizitin arkasına ev ve cep telefonunu yazıp uzatırken; Rahman beyle aynı memleketli olmak arasında bağ kurarak “Doktor Ertuğrul’a o kadar çok benziyorsunuz ki!” dedi. Düne kadar Ankara Numune Hastanesinde, yenilerde yeni bir hastaneye atandığını duyduğum ve uzman doktor olarak çalışan yeğenimden bahsediyordu.

 

“Doktor Ertuğrul’ın öz dayısıyım;” dedim.

“O zaman siz; Dişçi Ömer’i de bilirsiniz?” dedi. Seydişehir’e yerleşerek; oradan evlenen ve bir daha kendi memleketiyle irtibatı ve sılayı rahmi terk eden, dünya gözüyle göremediğim ve uzun yıllar önce vefat eden teyzemin kocası Ömer’den bahsediyordu.

 

Birinci hanımından olan tek oğlunu bile unutacak kadar bir basitliğe ve hiçliğe dönüşen Ömer’den bahsediyordu. O oğluyla sekiz yıla yakın komşuluk ve akraba yakınlığı bağlarım olmuştu. Durdum ve kadının yüzüne baktım.

 

Dişçi Ömer’le bir yakınlık aradım aralarında… Nerden ve nasıl tanıyor gibisine… Merak etmeye başlamıştım. Kadın da onu tanıyıp tanımadığımı merak ediyordu. Nasıl bir cevap vereceğim diye yüzüme bakıyordu.

 

“Evet; annemin anaları bir; üvey kardeşi ama kırk beş yıldır bu güne kadar bir defa gördüm,” dedim. İçimde artarak devam eden merakı açıklamalarıyla yok etti.

 

“Ben; o Ömer Bey’in geliniyim,” dedi. Ömer’in gelini olmasına sevineyim mi, üzüleyim mi bilemedim. O arada Doktor Ertan Bey rüzgâr gibi içeriye giriverdi. Bizim ayaküstü uzayıp giden kısa sohbet serencamı da bitiverdi.

 

O arda konuştuğum kadının adını sormayı ve yüzüne dikkatle bakmadığımdan yüzünü bile unuttum. Ertan Bey odasına doğru yürürken bakınca: “Bilmiyorum, hatırladınız mı? Rahman Bey’in yeğeniyim,” diye açıklama getirdim.

 

“Aa, evet hatırladım,” dedi ve odasına girmek üzereyken “bir çay ikram edin,” dedi ve odasına yöneldi. Hiç zamanı olmadığını, sıra bekleyen salondaki hanımların çokluğundan anlamak mümkündü. Zaten benimde görüşmemi ve beklememi gereken bir şey yoktu. İçeride kendisini bekleyen yoğun hastaları mevcuttu ki!

 


Ertan kurmuş düzeni işler, keyfi yerinde

Ertan tehir etti çok şeyi her seferinde

Şu ömrü, şu hayatı geçti, fark edemedi

Yarası kanar, kanar durur ta en derinde

Az da olsa dinlenmek için çay içmeyi kabul ettim. Çayı Ertan Bey’in özel odasında içerek kendimi sokağa attım. O arada telefonla dayımın evini aradım. Telefon çalıyordu ama açan yoktu. Anlaşılan evde yoklardı.

 

Nasıl olsa birkaç gün daha Ankara’da kalacaktım. Bu ilk günümdü. Zamanım vardı. Daha sonra ararım diyerek yola koyuldum.

Önce Yüksel Caddesi’ne yöneldim. İsmail Doğan’ın Kültür Yayınları arasından çıkan “Bir Alt Kültür Olarak Yüksel Caddesi Gençliği” adlı sosyolojik bir eser çalışması aklıma gelmişti. Her geçen gün değerleri maddi güce ve paraya dayandığına dair inançlar artmakta, toplumla ilişkileri kopmakta, iletişimin olmadığı yerde insanlar tutsak hayatı yaşamakta olduğunu vurguluyordu.

 

 ‘Cinsel özgürlük adına seksin çok, sevginin yok olduğu toplumlarda insanların bunalıma girdiği, bunalımdan çıkmak için sigara, içki ve uyuşturucu gibi geçici rahatlık veren maddelere yönelmektedirler… Yalnızlıktan kurtulma çabalarını gurupsal hareketleri, “Yüksel Caddesi Gençleri”nin sayısı her geçen gün artmaktadır…’ türünden tespitler sunuyordu.

 

Bu sadece Yüksel Caddesi gençlerinde mi var? Geçen her gün her yer birbirine benzemekte değil miydi?

 

Cep telefonundan ev telefonlarını aradım. Daha önce hiç tanımadığım bir genç bayan sesi geldi. Kısaca kendimi tanıttım. Dayımların evde olup olmadığını sordum. Kendinin gelinleri olduğunu, evdekilerin bu sabah Bartın’a tayini çıkan kızları Hacer için ev tutmaya gittiklerini; söyleyince içimden; ‘görüşme başka bir bahara kaldı…’ dedim.

 

Bu iş onları birkaç gün fazlasıyla meşgul ederdi. Yaz ortası olmasına rağmen öğretmenlerin ve polislerin tayin zamanıydı. Birçok şehirde kiralık ev bulmak zor oluyordu. Her geçen gün artan inşaat rağmen evlenerek ailelerinden ayrılarak eve çıkma telaşında olan o kadar insan vardı ki…

 

At başı giden bu yarışta ihtiyaç sayısı nerdeyse üretimin önüne geçiyordu. Veya her geçen gün büyük ve lükse kaçan ev kiralarına yetişemeyen memur kesimi biraz daha sıradan ev aramak, bu güçlüğün ana sebeplerinden biriydi. Bu gezimde Rahman Beyleri ziyaretimden çıkardım… Ziyareti bir başka gelişe bırakım.

 

Geçen zaman aileyi bir araya getirmeye yardım etmişti sanki… Düne kadar mutsuz ve ilgisiz bir aile ortamından biraz daha yakınlaşarak kaynaşmış bir aile ortamına girmeleri beni mutlu etti. Geceleri evde yalnız başına koca bekleyen, iyi ve kötü gününde bile ilgi görmeyen, dertlerini içine ve gözyaşlarına gömen eşi Ayşe hanımın adına sevindim.

 

Sonra Konur Sokağına saptım. Selanik ve Yüksel Caddesi’ni kesen, Olgunlar Sokağı’yla kesişen, eski mülkiyeliler sokağı, envai çeşit kafelerin yer aldığı ve kafelerin gençlerle dolduğu öğrenci gençlerin mekânı… Karanfil Sokağın paraleli… Kızılay’a inenlerin uğrak yeri…

 

Ank-310706

( İzini Kaybettiren Adam-2 başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 25.04.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu