6 çocuktan biriydi Ece. Kızların ortancası ve tek abisi olan küçük bir kız çocuğuydu. Ruhuna saplanan okları temizlemekten bîhaber, oturup pencere önlerine, dışarıda oynayan çocukları izleyen küçük bir kız..
Biraz büyümeye başladığında babasının sinirine dokunan gelincik çiçeği. Her hareketi, her yaptığı olay olan bir kız çocuğunun dışarıda son attığı ''sobe sobe'' çığlıklarını içinde hala susturamayan bir yürek. Adı üstünde çocuk. Herkes sofrada yemek yerken, ekmeğini salata kasesinin kıyısına birikmiş domates suyuna bandırıyor diye elleri kaşıkla dövülen kuş yürekli kız.
Sonra yaptığı ufak tefek hatalardan dolayı cezası kesilen, (Cezası bütün aile efradı sofrada yerken o kapının ardında, küçük bir tepsiye koyulan yemeğin tek başına yenmesi idi) Sebebini bilmeyerek,bir besleme gibi… Kimse görmedi,ben gördüm…
Çocukların küçüklük hallerini çeken ablanın kamerasında gördüm. Şahit oldum ikinci kez. Bir besleme gibi hangi hareketinin sıkıntı yaratacağını düşünemeyerek adım atmasının nasıl bir his olduğuna, yakinen şahitlik ettim. Üvey miydi? Hayır değildi. Çünkü en çok babaanneye benzetiliyordu Ece. Bunun kanıtı dudağı üzerine yaratanın itina ile kondurduğu bendi. Aynısı babaannede de vardı çünki.
Şu unutkan hayatta unutulmayan gerçeklerden biridir çocukluğumuz. Ne hoyratça esen rüzgar, ne kirpiklere düşen şimşekler, ne de şu yazılıp yazılıp buruşturulan kağıtlar savuramadı zihnimizden çocukluk anılarımızı…
Çocukluk mu dediniz? Ece'de unutmadı. Karnı toktu fakat gözü açtı sevgiye. Babası birgün Ece'nin bunları kaleme alacağını aklının ucundan geçirse idi, aynı şekilde avuç içlerini çocuklarının yanakları ile sertçe buluşturur muydu?
Sonra çocukluk aklıyla heveslendiği ve merak ettiği şeyler vardı Ece'nin. Mesela tatile gelen akrabalarının çocukları ile aynı evde kaldıkları halde, görüştürülmeme çabası. Akraba çocuklarıyla oynadığı takdirde, kendini tavan arasında bulacağı, tavan arasına niçin kapatıldığının farkına varmadan yine evcilik oyunları sevdası. Veyahut teknolojiyle henüz tanışmış zihninin küçük yüreğiyle fotoğraf makinesine duyduğu merak. Her çekilen fotoğrafa atlama çabası bundandı.
Nerden bilebilirdi o iri, badem gözlerini taşıyan başı ile, çamaşır makinesinin tanıştıracağı, 7.5 şiddetinde ki sarsıntıyı… Başına aldığı darbenin enkazından henüz çıkamazken, korkunç ağrılar gelişlerini hissettiriyordu zaten.Başının ağrısından diğer darbeleri hissetmiyordu bile küçücük bedeni. Bazen yatıya kalacak, bazen de erken gidecekti ağrı nöbetleri..
Bilseydi yapar mıydı? Çekilir miydi, atlar mıydı lanet olası fotoğraf karelerine. Sustururdu merakını; susturmayı bilseydi eğer. Dağ gibi görünen baba karşısında, yol kenarında henüz açılmaya yüz tutmuş çiçek olurdu Ece.
Bazı geceler altı yerine, yastığını ıslatışının ve niçin üvey evlat muamelesi gördüğünün farkına varabilseydi, eminim herşeye rağmen yüreğine düşen okşanma arzusunun, kalbini sızlatmasına izin vermezdi. Duygularını susturmayı bilseydi eğer…
Yıldızları titreten gece bekleyişlerini, sabahlara sinen ''haydi kalk'' diye atılan tekme sancılarını sustururdu.
Bu yaşına rağmen dolaştığı yerlerde köşelerden ''Babam çıkar mı?'' korkusunu lugatından kaldırırdı. Şuanki gözyaşlarını hibe etmez, bundan sonraki hayatına birikim yapardı. Bilirdi ki daha çok lazım olacak...
[zєץиєp є¢є єяєи]«« گǺĞήǺЌ »»
(yaşanmış gerçekler/devam edecek)