Çetin Bey Merhaba.
Evime döndüm. Teyzem biraz daha kalmam için çok ısrar ettiyse de beni dönme fikrimden caydıramadı. Evimi, annemi, babamı, eşyalarımı, sokağımızı kısacası her şeyi çok özlemiştim. Geldiğimde çok mutluydum. Onlardan bu kadar süre nasıl ayrı kaldığıma şaşırmıştım. Çok güzel bir-iki günü kavuşmanın verdiği sevinçle geçirdim.
Sonradan “Keşke, teyzemin sözünü dinleseydim de dönmeseydim.” Diyeceğim aklıma bile gelmezdi. Ama demiştim. Çünkü ilk dışarıya çıktığım gün Metin’le karşılaştım. Daha doğrusu yoluma çıktı. Benimle barışmak istediğini söyledi ve özür diledi. Ben ona hiçbir cevap vermeden yoluma devam ettim.
Daha önce yani benimle ilişkisi devam ederken başka kızlarla çıktığını ortak arkadaşlarımızdan bazıları bana söylemişlerdi; ben inanmamıştım. Benden ayrıldığını söylediği günlerde bu kızlardan biri ile samimiyeti ilerletmiş. Şimdi ise o kız, Metin’i terk etmiş. Demek ki boşta kalınca da tekrar benimle birlikte olmaya karar vermiş.
İki gün sonra gene karşıma çıktı. Aynı istekler, özür v.s… Ve tabii benim yine “hayır” cevabım… Üçüncü karşılaşmamızda ise sözleri biraz tehdit içeriyordu.
Evden çıktıktan üç beş dakika sonra Metin’i karşımda buluveriyordum. Galiba sürekli beni takip ettiriyor ve dışarıda olduğum haberini alınca da hemen geliveriyor.
En son gördüğümde “Pişman olacaksın! Benden günah gitti! İstersem seni kaçırtırım. İyi düşün!” dedi.
Gerçekten bunu yapar mı? Yapabilir. Çünkü bu, o benim tanıdığım Metin değil. Dengesiz, saldırgan hatta edepsiz bir adam… Artık bana bir kötülük yapabileceğine de inanmaya başladım. Bu durumu kimseye anlatamıyorum. Hele anneme ve babama hiç söyleyemem.
Bir tedbir düşünmem gerekiyordu. Ne yapabileceğimi kendime sordum. Kaçırılırsam polise ve aileme nasıl haber verebilirdim? Telefonum vardı, ancak kaçıranlar öncelikle telefonuma el koyarlardı. O nedenle bir tane daha telefon aldım. Yeni telefon çok küçük bir şey. Dışarı çıktığımda diğeri çantamda dururken, bunu üzerimde saklayacaktım. Başka da aklıma herhangi bir tedbir gelmiyordu.
Teyzemin yazlığında ve ilk döndüğüm günlerde burada ne kadar mutluydum, sevinçliydim. Bu hep böyle devam edecek zannettim. Oysa şimdi? Korkuyorum, bu bir gerçek. Ancak beni asıl kahreden korkudan ziyade çaresizliğim… İşte bunu, yani çaresizliği bir türlü kabul edemiyorum.
Git geller hayatımın bir parçası oldu sanki. Mutluluk, sevinç, güzellikler, iyilikler; derken mutsuzluk, üzüntü, çirkinlikler ve kötülükler… Sanırım Nilay’ı en iyi şu satırlar anlatabilir:
“Rüzgârın önüne kattığı bir kâğıt parçası gibiyim. Bazen yerlerde sürünüyorum, bazen de göklerde uçuyorum. Delicesine savruluyorum, yalnızlık dünyasının sınırsızlığında. Düşüyorum, düşüyorum bataklığın tam ortasına, ah, diyorum işte şimdi sona erecek her şey; fakat ne mümkün, zalim rüzgâr yükseltiyor tekrar göklere. Yükseliyorum, yükseliyorum, öyle ki değmek üzereyim mavi gökün kubbesine... Ah, diyorum eriştim gerçek cennete; ama gene o hain rüzgâr her şeyi mahvediyor. Başlıyor indirmeye aşağılara... Bir çıkarıyor, bir indiriyor, sonra tekrar çıkarıyor... Ya düşüklük, ya da yücelik... Ortası bulunamaz mıydı sanki!... Zıtlıklar üzerine mi kuruluydu yaşam?...”
Bu konunun dışına çıkmak istiyorum. Çünkü fasit bir dairenin etrafında dönüp durduğumu anladım. Hem kendi sorunlarımla sizi de meşgul etmemem gerekiyor.
Mektubunuzun posta kutusunda beni beklediğini tahmin ediyordum. Yanılmamışım. Teşekkür ederim. Mektubunuzu alınca elimle zarfın üzerini yokladım. Niçin mi? Gülmezseniz söylerim. Mektubun kaç sayfa olduğunu tahmin etmeye çalışıyordum.
Aslında satırlarınız arasında, benim şimdiki sorunumun çözümü ile ilgili ipucu da vermişsiniz. Uygulayacağım ve “Tehlike ne?” diye sorup, cevap bulmaya çalışacağım. Belki de bulacağım cevap, kaygımı yenmeme yardımcı olacak.
Ayrıca “Hayatta her şey istediğimiz gibi olmaz.” Sözünüze de katılıyorum. O nedenle tavsiyenize uyup önce kendime bakacağım; sonra da etrafa.
Acaba yaşadıklarım bana yazgımın bir oyunu mu? Çünkü yazgım bana “Seninle bir çocuğun hamurla oynadığı gibi oynarım. Sana istediğim şekli veririm.” Dedi. Hiç sesimi çıkarmadım, çünkü benimle oynadığını anlamıştım.
Sizinle görüşme isteğime olumlu ya da olumsuz bir cevap vermemişsiniz. İsteğimi kabul ederseniz, inanın sizi bu konuda asla zorlamam. Siz ne zaman ve ne kadar isterseniz o kadar görüşürüz.
Hoşça kalın.
Nilay
**
Nilay Hanımefendi Merhaba,
Mektubunuzda bahsettiklerinizin en sonundan başlayarak cevaplandırayım:
Ben de sizinle yüz yüze görüşmek isterim. Çünkü mektupla ifade edilemeyen birçok şey karşılıklı konuşarak anlatılabilir. Mektupta yaşanılan olaylara, sorunlara detaylı bir şekilde yaklaşma imkanı maalesef yok.
Bugünlerde işlerim biraz fazla. Çok yakında kolaylaşacağını sanıyorum. İlk fırsatta size buluşabileceğimiz gün konusunda bilgi vereceğim.
Yazgınızın size oyun oynadığını söylüyorsunuz. Yazgı, yazgı dedikleri nedir ki! İnsanoğlunun yıllardır başına gelen kötü olayların sorumluluğunu yıktıkları, olur olmaz suçladıkları bu yazgı denen şey ne ola ki! Değiştirememekten, iyileştirememekten söz ederiz yazgımızı... Doğru. Bunu yapabilme güç ya da yeteneğimiz maalesef yok.
Biz zavallı yaratıklar ancak yazgımızın izin verdiği sınırlar çerçevesinde hareket edebilir, bir şeyler yapabiliriz. Çoğu yazar bu sınırı demir bir çemberin belirlediğini söylese de, bu bana göre çember değil bir kementtir. Boynumuza takılı kemendin ucu da meçhul bir uzaklığa bağlanmıştır. Aslında bu mesafe bize çok uzak olduğu kadar, çok da yakındır. Kişi bunu yakınlaştırabilir veya uzaklaştırabilir. Ayrıca yazgımız, diğer insanlarla da ilgilidir.
Tüm yazgılar iç içe geçmiş daireler oluştururlar. Yalnız çapları birbirinden farklıdır. İsyan edip yazgımızı, dairesel dünyamızı değiştirmek istediğimizde boynumuzdaki kement de daralmaya başlar. ”Bu yazgıyı ben istemedim, ben doğmadan evvel yazılmış. Onu değiştirmek için savaşacağım.” gibi savunmalar da durumu zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Acaba yazgı, rast gele çizilmiş midir, insan da acımasızca karalanmış mıdır?
Kısacası, yazgı konusunda çok fazla söyleyeceğim olduğunu sanmıyorum. Evrende ve yaşamımızda cevabını asla veremeyeceğimiz çok sayıda soru vardır. Buna rağmen bu soruları sormaktan ve cevaplarını aramaya çalışmaktan vazgeçmemeliyiz. Yazgı da bunlardan biri işte…
Metin Bey ile ilgili olarak anlattıklarınız şaşırtıcı değil. O ruh haline sahip insanlardan beklenenleri yapmış. Daha da cüretkâr davranıp size zarar verecek davranışlarda bulunabilir. Moralinizi bozmayın, korkunun esiri de olmayın, ama kendinizi korumak için gereken tedbirleri de mutlaka alın.
Yaşadığınız bu olumsuzluklara bakıp sakın umutsuzluğa kapılmayın. Umutlarınızı hep taze tutun. Fırsat buldukça ruhunuza umut tohumları ekin. Ektiğiniz “umut” tohumlarının yeşermediğini görürseniz bir kez daha ekin, eğer yine yeşermezse tekrar ekin. Gene mi yeşermedi, vazgeçmek yok: Bir kez daha ekin...
Sol tarafına felç indiğini zannettiğim bir adam var. Birkaç kere onu uzaktan gördüm ve iki kere de karşılaştık. Sol ayağı diğerinden kısa, o nedenle sol tarafına aksayarak yürüyor ve sol eli vücuduna yapışık gibi sabit duruyor. Yürürken sağ elini ise normalden fazla açıyor. Yirmi, otuz adım atıp biraz durup dinleniyor; sonra yürümeye devam ediyor. Kırk yaşlarında olduğunu tahmin ediyorum. İçinde bulunduğu zor şartlara rağmen yaşam mücadelesi veren bu adamı, takdir etmemek mümkün değil. O nedenle onu her gördüğümde hem üzülüyorum hem de hayranlıkla izliyorum.
Bu adamın giysileri yeni değil, ama temiz. Bir işte çalışabiliyor mu, bilemem. Ekonomik durumu iyi olmamalı ki bazen çöp konteynerlerini karıştırırken de gördüm. Sağlam olan sağ elini çöp yığınlarına daldırıp birkaç dakika aranıyor. Buradan bir şey bulup da aldığını ise hiç görmedim. Demek ki işine yarayacak bir şey bulamıyor!
Yolda bu adam ilk karşıma çıktığında, ona yardım etmek istedim; yapamadım. Beni tersleyeceğinden korktum. Daha sonra pişman oldum ve terslenme riskini göze almadığım için kendime kızdım. Neyse ki birkaç gün sonra yine karşılaştık. Selam verip yolunu kestim. Cebimden para çıkarıp vermeye kalktığımda geri kaçmaya çalıştı. Parayı eline sıkıştırdım. “Sağ ol!” dedi. Bu sözü beni o kadar rahatlattı ki, anlatamam.
Söz umuttan açıldı ya, işte o yüzden bu olayı anlattım. İçinde bulunduğu zor şartlara rağmen bu adamın mücadele gücünün kaynağı umut değil midir? Umudunu yitirmeyen kişi aynı zamanda iyimser bir insandır. Tabii umudunu yitiren de kötümser… İyimserin ömrünün çoğu belki umutlarının hayali ile geçer, ama kötümser de koskoca bir ömrü hayıflanarak geçirmek zorunda kalır.
Teyzenizin yazlığından evinize döndüğünüzde duyduğunuz sevinci çok iyi anlıyorum. Ben, evinden mutluluk alamayanlara acıyorum. Orası öylesine tahkim edilmiş bir sığınaktır ki, ne bir olumsuzluk ne de bir kötülük içine girebilir. Kapısını açınca insanı saran sıcaklık, her yanında gezinen huzur ve mutluluk; yaşanan güncel sıkıntıları bir anda unutturuverir insana...
Mektubumu şu soru ile bitirmek istiyorum: “Geçmiş sizi engelliyor, gelecek korkutuyor mu? İyi de bunda şimdinin ne günahı var?”
Hoşça kalın.
Çetin
(Devam edecek...)
( Yanlış Adrese Mektup-5 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 10/18/2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.