ETME!
Durduğun yerde duramıyorsun. Sürekli gezmek istiyorsun. Sokakta, evde, odanın içinde. Kabına sığamıyorsun yani. Yerinde neden duramadığını tahmin ediyorum ama tam bilemiyorum.
Büyük acı yaşayanları “Allah bunu unutturmasın” gibi cümlelerle teselliye çalışırlar. Acemi boksörün üst üste yediği yumruklar gibi kısa aralıklarla acının birini unutmadan öbürünü yaşadın. Şimdi ziyaretine gelenlere “Hadi gezelim ay!”derken birilerini ya da bir yerleri arıyorsun ama aradıklarını hatırlatarak sevdiklerinin üzülmesini istemediğin için saklıyorsun. Bu gününde bile onları koruyorsun.
*Anne ve babanın erken vefatlarından sonra otuz üç yaşında elim bir trafik kazasıyla üç yavrusu ve gelin yarini bırakıp giden ailenin tek umudu, evin orta direği, tekke vergisi delikanlı kardeşin Dik Hasan’ı mı?
*Oğlunun ilk maaşını aldığı ve de bir arife günü oruç ağzıyla bayram tatlısı hazırlarken beyin kanaması sonucu aramızdan ayrılan kırk yaşındaki kızın selvi boylu Selma’nı mı?
*Altı aylıkken annesinin cenazesinin memesinden doymaya çalışırken kucağına emanet edilen ve altmış yaşına kadar kollayıp gözettiğin, ve de ağabeyi gibi onu da bir trafik kazasına kurban gitmesini engelleyemediğin dağ gibi boylu poslu, sevgili kardeşin Adil’i mi?
*Acı tatlı günlerde dert ortağın, teselli kaynağın uzun yıllar aynı yastığa baş koyduğun sevgili eşin Nesimi Çavuş’umu?
*Her aklına geldikçe gözlerini yaşartan, burnunun direğini sızlatan geride bıraktığın köyündeki Harman Yeri’ni, Küre Pınarı’nı, Ağdaş’ı mı ARIYORSUN?
Ağlayıp sızlayarak, yas tutarak hiç birinin geri gelmediğini seksen yaşında nihayet anladın. Bir zaman sessizce oturuyorsun ama mantığının kabul ettiğini deli gönüle anlatmak kolay mı? Yine de Kaf Dağının ardında kalıyor aklın.
Vazgeç boş umutlardan ablacığım, gidenleri hayırla analım. Allah bu acılarımızı unutturmasın. Sen böyle ettikçe çevren ve yakınlarını çok üzüyorsun.
Mevlana Celalettin Rumi’nin deyişiyle rica ediyorum: