YOL ÜSTÜ KÖYÜ
Millet emek ve dayanışma gününü kutlarken biz yol üstü köyüne, sevgili Mehmet Taparlarla, arkadaşımız, dostumuz Salih Bey’in yeni yaptırdığı evine taşındığını duyduk. “Güle güle oturun”a gittik.
Erken vardık bozuk yollu köye. Kanalizasyonu yenileyeceğiz diye kazdıkları sokakları, üstünkörü kapatmışlar. Ne kadar dikkat ettimse aracımın altını birkaç kez vurmayı önleyemedim.
Bu hay huy içinde ulaştığımız ev de ev olmuş hani. Sıfır evin yapımında hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamış. Kalorifer boruları döşemenin altında, pencere ve kapılar en pahalısından kaliteli pvclerden oluşuyor. Gizli sineklikleri daha çok sevdik. Geniş balkonlar, arazinin tümüne hâkimdi.
Dağlar, ova ve vadiler yeşile kesmiş, çok uzaklarda bölük pörçük kar kümeleri parlıyordu. Oraların Sivas arazisine ait olduğunu söylediler. Aklıma Karac’oğlan’ın “Yandım gittim ala karlı dağ iken” dizesi geldi. Görüntü, kelimenin tam anlamıyla ala karlı dağ idi. Biz buralarda sıcaktan yanarken ala karlı dağı uzaktan izlemek değişik bir duygu idi.
Söz akıllı telefonlara gelince “En büyük ispiyoncumuz bunlar” dedi ev sahibimiz “Çünkü ister açık, ister kapalı olsunlar, uydu ile hepimizi dinliyorlar.” Bu açıklama üzerine anımsadım. Çocuklarım telefonu yeni hediye etmişlerdi. Çek yatın üzerindeki telefonum çaldı. Öğrencim Sevgili Ali Öztürk, Almanya’dan arıyordu. “Öğretmenim telefonunuzu kapatın konuşmalarınızın tümü duyuluyor burada, hem de açık seçik…” Kapalı olan telefonumu tekrar açıp kapattım ama başka günler kimler dinliyor bizi kim bilir.
Devamla Salih öğretmen: “Dışarı çıkmaya korkuyoruz arkadaş” dedi. Uzaklarda bir yeri işaretle orada karakol var herhalde. Eşimle bir gün bahçeye gidiyorduk. Üstümüzde bir helikopter peyda oldu. İyice alçaldı. Birbirimizi görüyoruz. Sepetimizi açıp içini gösterince gülerek uzaklaştılar. Bizi terörist mi sandılar ne? Bir başka sefer, iki sivil kesti yolumuzu. “Çantanızı açın bakacağız dediler” “Siz kimsiniz?” “Görevliyiz.” Çantamızı açtık fasulye yemeği. Özür dilediler. “Çantada benzin var sandık. Ormanı yakıyorlar da.” “Bazen benzin de taşırız. İlaçlama yapmak için motora lâzım. O zaman biz terörist mi oluyoruz?”
Madem bu denli sıkı korunuyor ormanlarımız. Neden sıkça yangınlar çıkıyor da görevlilerin tekrar ağaçlandıracağız deyip yapı ruhsatı vermeleri neyin nesi oluyor? Diye düşünmeden edemedim.
Salih öğretmenin küçük ev bahçesini gezdik. Kamyonlarla toprak ve gübre taşıtmış. Düzenli karıklar yapmış. Damla su boruları döşetmiş. Bahçenin üst başına arı kovanları yerleştirmiş. “Yorulunca arıları izleyerek dinleniyormuş”. “Yaylımdan gelen arı, kovana dar yetişir oraya pıtır pıtır düşerse çok doymuştur. Yani iyi bal toplamıştır. Geldiği gibi kovana girerse yeterli balı toplayamamıştır.”
Gece farlar gözümü aldığından fazla kalamadık. İzin istedik. Teşekkür ve iyi dileklerle ayrıldık. Onlar da memnun olduklarını belirtip bunu saymadıklarını, tekrar gelmemizi tembih ederek bizi uğurladılar…
Uğurladılar deyince aklıma geldi:
Geldim gider oldum illerinize
Dostlar bizi safa ile gönderin
Doyamadım tatlı dillerinize
Dostlar bizi safa ile gönderin
Himmet eylen şu dağları aşalım
Pir aşkına
kaynaşalım coşalım
Gelin birer birer helallaşalım
Dostlar bizi safa ile gönderin
Pir Sultan
Abdal'ım Hakk'a yakındır
Edebi erkânı hemen takın dur
Ölüm uzak derler hemen yakındır
Dostlar bizi safa ile gönderin
Pir Sultan Abdal