Türk-İslam âlimleri serisi – 91
SADREDDİN KONEVİ
D. (H.
605) 1207 – Ö (H. 673) 1274
Adı, Eb’ül
Me’ali Muhammed bin İshak’tır,
Malatya
ilinde dünyaya geldi denilir,
Babası da
Selçuklular da itibarlı
Âlim biri
olup mevki sahibidir.
Dedesi
Sadreddin’in ismini kullanmış,
Konevi,
babasını küçükken kaybetmiş,
Arabî,
Konya’ya ziyarete geldiğinde
Konevi’nin
annesiyle evlenivermiş.
Arabî’nin
himayesinde tahsil görür,
Arabî, onu
Şam ve Halep’e götürür,
Onun
vefatından sonra çok bocalamış,
Kirmeni’den
feyz alıp onda ilgi görür.
Hac
farizasını yerine getirmişti,
Dönüşte de
Konya iline yerleşmişti,
Hoca
Cihan’ın konağında otururmuş,
Bu ev
şimdiki türbenin yanında idi!
Konya
ilinde çok talebe yetiştirir,
Mevlana
ondan feyz aldı diye söylenir,
Konevi’nin
çok değerli eserleri varmış,
Konya’da
meftun felsefeci bir âlimdir.
Sadreddin
Konevi der ki:
“Bir şeye
dair bilginin gerçekleşmesi ve onu tam olarak bilmek, bilinen şey ile bir
olmaya; bir olmak ise, bileni bilinenden ayırt eden her şeyin ortadan
kalkmasına bağlıdır.”
“Akıl,
tabiatın fer'idir; dolayısıyla aklın kayıtlardan kurtulması, asl'a dönmesidir.”
“İnsanların
zanları ve itikadı tasavvurları, kendi hallerinden ibarettir; aynı şekilde,
onların keşif ve basiret diye isimlendirdikleri şey de, çokluk ve imkân
özelliklerinden temizlendiği anda nefislerinin halleridir.”
“Kadimlik
mertebeni öğrenmek için, zuhur etmeden önceki Hakkın katındaki mertebeni
bilmeye çalış. Çünkü kendi kadimlik mertebeni öğrenmekle, ezelîliğin ortaya
çıkar; ezelîliğinin sabit olması, Hakka benzerliğini sahih kılar ki, bu
benzerlik, kendisiyle (:benzerlik) tahakkuka mahsustur.”
“Dünyada en
çok nimete mazhâr olan kişi tabiî ve nefsanî iradesi Hakkın iradesine ve ilmine
muvafık olan kimsedir; bununla beraber, vakitlerinin çoğunda bunu dikkate alır.
İnsanların en çok üzüleni ise, his âleminde ortaya çıkartamadığı kuruntuları
çok olan kimsedir; bununla beraber, arzuladığı şeylerin çoğunda kararlılığı
eksiktir. Tedebbür, insan mertebesinin bâtınında ve insan-ı kâmilde tecellisi
açısından Hakkın bir sıfatıdır; çünkü kâmilin -istersen 'Hakkın kâmil ile bakması' da denilebilir- vücûdî
karışımda Rabbiyle görmesi, tedebbür diye isimlendirilir... Düşüncenin özelliği
böyle değildir; çünkü fikir, daha önceden bilinen unsurlardan yardım almak ve
onlara ihtiyaç duymakla nefsanî bir yöneliştir; daha önceden bilinen unsur,
histen ve öncüllerden elde edilmiştir ve belirli bir şekilde düzenlenmiştir.
Tefekkür eden, bütün unsurlarla tabiat perdesinin ötesinden hissetmiş olduğu
bir şeyi veya bilinmeyen bir şeyin özelliğini elde etmek ister; böylece o şey
bilinir hale gelir.”