Derken elde mektupla çıkagelmiş çağdaşı.
Önce selamı vermiş, sonra gelmiş; merhabeyn,
Hoca minderi sermiş: sen hoş geldin, merhabeyn.
Gelen lağımcı Tahir,yok okuma yazması,
Lakin işinde mahir,hiç sekitmez kazması.
Zor müşkül durumlarda Hoca ona dermanmış,
Elindeki tuttuğu,büyükçe bir fermanmış.
Görüşmeyeli belki hayli zaman olmuştu,
En son çağırdığında,ayak yolu dolmuştu.
Evvelce kavilleşmiş, nitekim dost olmuşlar,
İkisi kamilleşmiş, müşküle yol bulmuşlar.
Biri okur yazmayı, kendine iş edinmiş,
Biri tutar kazmayı, ekmek için didinmiş.
Meğerse ustadaymış,bugün müşkül sırası,
Devası Hoca'daymış,neyse versin kirası.
Hocam demiş bu ferman,Timur'dan bana deymiş!
Aman Hocamsın derman,oku hele ki neymiş?
Hoca der: -ne kirası? ricanız baş tacımdır,
İlim Alim mirası,duaya muhtacımdır.
-Kavuğuna kurbanım,Hocam sana maşşallah,
Ben sırtında urbanım,ömrün çok etsin Allah.
...
Tutmuş kıvrık yerinden, Hoca açmış fermanı,
Okusun ki serinden, olsun dostun dermanı.
Gak guk deyip atlamış,Hoca çevirmiş bolca,
Okumadan katlamış zira yazı Moğolca...
Dostum hakkın helal et,kusuruma bakma sen,
Çözeyim müsade et,yarın getireyim ben.
Dostluk bir yana tabi, usta gülmüş alaylı,
Huyu bildik asabi,basmış lafı kalaylı.
Usta üstten salıyor, cahilsin bilemedim,
Hoca alttan alıyor; -okuyamam demedim.
Usta ağza geleni dostuna kusuyordu,
Hoca dosttan gelene, sabredip susuyordu...
Ardı sıra nedamet; -tutup at fırlat onu,
Gösterseymiş keramet,okusaymış mektubu!
Hoca önüne bakmış, sözler yürek dağlıyor,
Mürekkep ele akmış,sanki kalem ağlıyor...
Telek ,kalem deyipte, hatırlatmış tavuğu!
Lakin ne halt yeyipte, üzmüştü şu lavuğu?!
Alttan almış olmamış, Hoca kalkmış ayağa,
Usta taşmış,dolmamış, razı sanki dayağa !
Lakin Hocam pek olgun: -boşver demiş tavuğu,
Senin kafan pek dolgun,tak bakalım kavuğu!
Hey geçmişe bin rahmet telekler tavuktansa ,
Okuyuver bir zahmet,keramet kavuktansa!
...
Bugün niceleri zâr, hikmet arar tavukta,
İlim ehli yine var,keramet yok kavukta!