İnsan yaşamı anlamlandırabildiği kadar insandır. Neysek oyuzdur yani sevinçlerimiz kadar, hüzünlerimiz kadar, dertlerimiz ve neşelerimiz kadar. Ötesi yok yani. Gülmelerimiz kadarızdır, ağlayışlarımız kadar. Güldüklerimiz, ağladıklarımız, sevinçlerimizdir hayatımızın anlamı. Hayat boyu yaptığımız “anlamlandırma” çabasıdır, anlam arayışıdır. Anlam arayışının dışında elde kalan bir hiçtir. Bir yolculuktur bu, insan; hayatını anlamlandırabilmek için yolculuklar yapar, arayışlara girer. Çare mi? Çare: insandan yine insana yolculuktur. Arayış aslında insanın kendisine yolculuğudur. “Bir ben vardır benden içerü” diyen Yunus’a uyup “ben”i “ben”de arama yolculuğuna çıkmaktır. Bu arayış bir hakikat arayışıdır. Hakikati uzaklarda değil, kendimizde aramak, “ben”imize yolculuk etmektir. Çünkü her şey “ben”le yani insanın kendisiyle anlam bulacaktır. İnsandır kainatın özü mikro âlemdir o. Onun için Şeyh Galip; “Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen/Merdüm-ü didei ekvam olan âdemsin sen.” Demiştir. Yani kendine güzelce bak ki, âlemin özü sensin. Sen varlığın gözünün bebeği olan âdemsin.
İnsanın hakikat ve anlam arayışında yine insana olan yolculuğu, kolay olmayacaktır. Dedik ya uzaklarda değildir, kendisi kadar yakındır hakikat insana. Ne var ki; insanın insana yani kendisine ulaşması kolay değildir. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir zaman diliminde, herkesle konuşan herkesi dinleyebilen, herkese ulaşabilen, herkesi izleyebilen insan kendine ulaşamamaktadır. İnsan kendisi ile bir türlü konuşamamaktadır, kendisini dinleyememektedir. Hoş insanın insana, dolaysıyla “anlam”a olan yolculuğunda teknolojinin araçları aciz kalacaktır. Bu yolculuk insanın, yine insani olanla yapabileceği bir yolculuktur. O yüzden zordur dağları, tepeleri sıkıntıları zorlukları aşmayı gerektirir. Simurg Anka’yı arayan kuşların yolculuğudur ki; sonunda Simurg'un yuvasını bulunca öğrenmişler ki: "Si-murg Anka - Otuz Kuş" demekmiş. Her biri de Simurg' muş. Yaptıkları yolculuk kendilerine bir yolculuk imiş, yolculuğun sonunda kendilerini bulduklarında “kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.” Demişler. Budur seni sen yapan sendeki hakikati arama yolculuğu ve budur hayatı anlamlandırabilmenin rehberi.
“Anlamın anlamını kavrayamadan/Hayat yaşanılmaz anlamı anlamadan.” Yaşayabildiklerimizi yaşanılır kılabilmek adına anlamlandırılmaları gerekiyor. Hakikate ulaşmanın yolu bu. Anlamlandırabilmek. İnsan hayatta ya maddi olanın, para kazandıranın peşinde olacak ya da hakikatin ve de gerçeğin. Anlam arayışı; yaralarımızın, dertlerimizin acılarımızın farkında olmaktır. Farkında olmazsak; acı çekmeyen çocuklar gibi acı çekmeye başlamazsak, yanmaktan kurtulamayacağız. Dedik ya başta dertlerimiz ve mutluluklarımız kadarız diye. Hayatta dertlerimiz var ve dert edindiklerimiz; mutlu olduklarımız var ve gerçekten bizi mutlu kılacaklar bu ikisi arasındaki fark kadardır hayatımızın anlamı.
Hakikatle ve anlamla, sahih bir ilişki kurmaktır amaç. Ve bu sahih ilişki olmadıkça ne kendimizle, ne insanla, ne de doğayla, salih bir ilişki kurulamayacaktır. Hayatın bir anlamı olmayacaktır her şey absürt yani anlamsız gelecektir insana. Var oluşun saçmalığı “saçmalığına” düşen insan, varlığın doluluğuna karşı bulantı duyacaktır. Hiçbir şey teselli etmeyecektir insanı, gittikçe yalnızlaşacaktır. İnsan-insan, insan-doğa, insan-yaradan ilişkisi yoksullaşacaktır. Dünyevi tüm şeyler denenecek ancak insanın içindeki boşluk doldurulamayacak. Ve sonuçta elde bir hiç kalacak. Oysa hayat bize sunulan çok kapsamlı bir bağıştır. Var olmanın kendisi bizatihi değerlidir. Ve kimse bize var olmayı bahşeden kadar vermeyecektir ve kimse bizi var olmayı bahşeden kadar sevmeyecektir. Öyleyse varlığımızı anlamlandırabilmek için, hakikate ulaşabilmek için kendimizle buluşacak, insandan insana olacak yolculuğumuz. Sözün özü kendimize dönüp, ey insan, insan ol diyeceğiz. Elde kalan “anlam” olacak.