AŞİYAN ve RUMELİHİSARI MEZARLIĞI
Şöyle böyle 10 -15 yıldır gitmemiştim. Hava iyiyken Aşiyan’a ve Rumelihisarı mezarlığına gideyim dedim. Mezarlıkta ne işin var demeyin. Orada tanınmış kişilerin, şair ve yazarların mezarları var. Beşiktaş’tan otobüse bindim. Bir süre ayakta gittim. Derken bir genç kız yer verdi. Yaşımın ilerlediğini anladım. Çünkü eskiden ben onlara yer verirdim, şimdi onlar bana yer veriyorlar! Otobüste hamilelere ve yaşlılara yer verin yazıyordu zaten. Kimi gençler bu yazıya aldırmıyorlar, uyur gibi yapıyorlar ya da pencereden dışarı bakıyorlar. Yaşlılarla göz göze gelmekten kaçınıyorlar... Neyse, yarım saat sonra Aşiyan durağına geldik, indim. Tevfik Fikret’in evi Aşiyan kuş yuvası demek ve bir tepecikte olduğu için yokuş çıkmak gerek. Şairimiz İzler adlı şiirinde bu yokuşu çıkışını anlatıyor, hürriyete gidilen yolun da böyle zahmetli, taşlı dikenli olduğunu belirtiyor. Yokuşu dinlenerek çıktım. Tam bir “çok şükür” çekiyordum ki, o da ne? Aşiyan Müzesi restorasyon nedeniyle kapalıymış. Geçen yıl başlamıştı bu iş. Bitmemiş demek ki. Mehmet Âkif’in evi olsaydı böyle ağırdan alınır mıydı?
Ben de çaresiz geriye döndüm, mezarlığa yöneldim. Yola yakın bir yerde eski bir öğretmenin şu yazısı içimi burktu: “Kırk beş yıl öğretmenlik ettim duyarak duygulanarak/ On binleri aşkın çocukları severek sayarak/Yeterince öğrettim bildiğimi bende olduğu kadar/ Vatan aşkımı insanlık duygumu yeryüzünde olduğu kadar/ Eğer bir gün özler de daralır da gelirsiniz diye/ Son durağım yolun en kolay yerine yaptım/ İnsanlığa örnek yücelirsiniz diye/ Son sözüm bitti mektebim sevgilim mabedim diye.” Ş. Güneşli
Zengin mezarları bakımlı, çiçeklerle bezenmiş. Diğerleri ise boynu bükük duruyor. Öğretmenin mezarı da kimsesizdi. Acaba öğrencileri ziyaretine gelmiş miydi, gelmişlerse bu ziyaret ne kadar sürmüştü? Öğretmenin parası var olmalı ki mezarını istediği yere kazdırmış. Bizimki kıyıda köşede olur, pek gelen olmaz. Okurken beni çok sevdiklerini söyleyen ama şiir kitabımı beş liraya kıyıp da almayan eski öğrencilerim arayıp sormazlar hiç...
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mezar yazıtında, “Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında” yazıyordu. Yan tarafında ord. Profesör Dr İhsan Şükrü Akselin güzel bir mezarı bulunuyordu. Mezar taşına Yahya Kemal’in onun için yazdığı şu dizeler işlenmişti:
“Yokmuş o hayal ettiğimiz âleme yol
Artık ne açıl ey gül-i ümmid ne sol
Ey ruy-i zemin bu y’esimizden sonra
İster viran ol ister abadan ol”
Biraz ötede Yahya Kemal için yapılmış bir çeşme ve anıt mezar gözüme çarptı. Mezar taşı yazısı şöyleydi: “Ölüm âsude bahar ülkesidir bir rinde/ Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter/ Ve serin serviler altında kalan kabrinde/ Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.” (Mezarda şiire uygun olarak gül ve bülbül motifleri olsa iyi olurdu bence.)
Mezarlıkta bir zamanların ünlü, adı çok geçen kişilerin mezarları ilgi topluyordu. Tahsin Demiray’ın mezarı küçük bir hisar biçimindeydi. Kulesi vardı. Prof. Tarık Zafer Tunaya’nın mezarına sadece “Sevdi ve Sevildi” yazılmıştı. Gündüz Kılıç Galatasaray amblemi işlenen mezarında doğum ve ölüm tarihleriyle yer almıştı. Münir Nurettin Selçuk’un mezarı da sadeydi. 1900- 1981 tarihini taşıyordu. İlerde eski başbakanlardan profesör Sadi Irmak vardı. Sanki bir kitap okur gibi okudum mezar taşı yazılarını. İçlerinden şu yazı dikkatimi çekti: “Her şey bir şaka gibi başladı/ Şaka gibi bitti” Yaprak Sema Tüzün.
Şaka gibi başlayan ve şaka gibi biten meydi acaba? Yazının yazılış nedeni beni düşündürdü. Sevdiğimiz kişilerin ölümüne inanamayız. Kötü bir şaka gibi gelir bize.
Dolaşırken yorulmuş, terlemiştim. “Aşiyan yollarında seslensem duyar mısın?” diye bir şarkı takıldı dudağıma. Aşiyan parkına gidip oturdum, dinlenmeye çalıştım. Orada birden aklıma geldi. Burada Orhan Veli’nin bir heykeli olacaktı neredeydi acaba?
Mezarlıkta da şairin mezarını görememiştim. Belediye beş yıl aranıp sorulmayanların mezarlarının kaldırılacağını yazmıştı bir levhaya. Bir yakını kalmamış olacak ki, mezar kayıplara karışmış... Heykel de mi aynı akibete uğradı diye çevreye göz attım. Heykel kaldırılmamıştı ama gözden ırak, yola yakın ücra bir köşeye kaldırılmıştı. Yanında yöresinde çöpler vardı. İnsan etrafını çiçeklendirir diye söylenerek heykeli inceledim. Bu heykelin kime ait olduğu yazılmamıştı. Hiçbir yerinde bir işaret, belirti yoktu. Gençler nasıl anlayacaklardı onun Orhan Veli olduğunu? Dudak bükerek gelen bir otobüse binip oradan ayrıldım.
“Başıma da konuyor, konuyor aman martı kuşları
Gözümden boşanır hicran yaşları...”
diyordu arkamdan şairimiz “tarifsiz kederler içinde”...
ERHAN TIĞLI