Böylesi ancak filmlerde olur sanırdım. Kütahya Orduevinde kısa dönem askerliğimi yapıyordum, depo çavuşuydum, yıl 1987, nişanlıydım. Gün sayıyorum ve sadece birkaç ayım kalmış ya da birkaç haftam teskere almaya, aslında burası biraz karışık halen tam anımsayamıyorum Nilgün’den sonra kaç gün geçti.
Ben de asker çocuğuyum ama Orduevi için babama hiç gereksinimim yoktu zira banka müfettişiydim ve kısa dönem er olarak yapıyordum askerliğimi, bizim arkadaşlar hep yedek subay olarak yaptılar muhtemelen maaşlarının da kesilmemesi için, bankacılar zaten banko ya askeri kantinlere, o zamanki adıyla ordu pazarlarına veya orduevlerine veriliyordu, benimle beraber depo ve muhasebe bölümünde iki arkadaş daha vardı ki onlar da bankacıydı.
Nilgün benim ilk aşkımdı, maarif kolejinde yatılı okuyordum ancak tatillerde eve geliyordum 1970’li yılların ortalarında, iki üç yıl çıktık, o yaşlardaki çıkma kavramının içi nasıl doldurulursa artık. Lojmanlarda kalıyorduk, gizli gizli buluşurduk, o dönemler çok dikkat çekerdi ve kız çocukları neredeyse sokakta nefes alamazdı. Şanslıydım zira hep kızkardeşimi kullanırdım : ))
Arka balkondan onların ön balkonu gözükürdü aramızda hiç yoksa iki üç yüz metre vardı yani yüzlerimizi seçemezdik sadece karaltılarımızı görürdük, ikimizin karaltısı da saatlerce hep balkonda veya pencerelerin önünde olurdu, o kadar muhteşem o kadar zevkliydi ki, zira biliyordum oradaki Nilgün’dü ve benim için oradaydı. Hele gündüz olup da on dakika yüzünü gördüm müydü dünyalar benim olurdu, harikaydı yaaa … Daha sonra Eskişehir’e taşındılar bir müddet mektuplaştık ondan sonra görüşemedik.
Ordu evi komutanı değişmişti,
Eskişehir’den bir albay dediler ama dikkatimi çekmemişti daha sonra komutan
beni çağırdı “ gel bakalım sen Koray’ın oğlusun değil mi ? “ dedi, Nilgün’ün
babası Orduevi komutanı olmuştu, ben ayakta hazırol vaziyetinde odasında
kendisiyle konuşurken Nilgün girdi içeriye, o an kafamı çeviremedim zira
babasının da hiç ber şeyden haberi yoktu, İbrahim amca Nilgün’e dönerek sordu
Koray Albay’ın oğlu Çağatay belki lojmanlardan tanırsın dedi. Verdiği yanıtı
anımsamıyorum, çıktım kapıdan, kantine gittim ama halen kendimde değilim,
derken o da kantine geldi fakat yanımda kantinci er de var, garip bir şekilde
nişan yüzüğümü saklamaya çalıştım, öylesine bir refleksti işte. Üç dört poşet
alışveriş yaptı zira aldığı her malzeme için asker arka raflara gidip geliyordu
biz de iki üç kelime konuşuyorduk ama konuştuğumuzun tek kelimesini
anımsayamıyorum sadece bakıyordum gözlerine, o duyguyu tanımlamak öyle güç ki,
halen aklıma geldikçe rüya mıydı derim ama yaşamıştık birebir, ifadelendiremeyeceğim
gerçekten.
Şunu biliyorum ki çok muhteşem bir duyguydu, güzeldi, acıydı, isyanlıydı, buna da şükür’lüydü, harikaydı, sanki birkaç saat sonrasında ne olacaktıysa, bakışlarımız neredeydini sorgulamıyordu, o anı yaşıyorduk sadece, seni seviyorumlu bir an, hadi kaldığımız yerden devam edelimli bir an, onüç onbeş yaşlı bir an, lanet olsunlu bir an, ağlamalı bir an, duyguların konuşamadan çılgıncasına kucaklaştığı bir an, iyi bir şeylerdi işte, en iyi bir şeylerdi muhtemelen, bitti kelimeler.
MCU