Saat gece dokuz sularıydı, yine ayrılık saati gelip çatmıştı. İnsanın içi gidiyor, ayrılası gelmiyor, tam yurdun önünde sarmaş dolaş oturuyoruz, her taraf çiftlerle dolu. Bilerek ve isteyerek yurda giriş saatini geçirdik, sadece bakışlarımız konuştu. Birlikteliğimiz yerini bir nebze merak ve endişeye bırakmıştı, ben de yurtta kalıyorum, gideceğimiz bir ev de yok, zaten bunu hiç hesaplamamış salıvermiştik ruhumuzu. Soluğu bir cafe’de aldık. Garson’un kapanışı haber veren nazik uyarısına kadar bir kez olsun zamana bakmamıştık, nasıl koşmuş kırkdört nala, safkan arap tayı mubarek.
Hülya bu kalkışımızdan garip bir haz duydu, lise aşkını anlatıyordu bana ki sorularla bunaltıyordum ; elini tuttu mu ? öptü mü ? neler yaptınız ? .. Kritik sorulara da yaklaşıyorduk belki de ya da uzağından yakınından geçmeyecektik, bilemiyorum. Tabii ki bir de sıranın bana gelmesi vardı, kırmadığım ceviz kalmamıştı. Olsun ben erkektim, maço değilim elbet ama bu ilkel yaklaşım o an işime geliyordu ve haklı çıkartabileceğim onlarca gerekçe üretebilirdim savımı kanıtlamak adına, kendimi de gayet güzel kandırarak. Oysa ki böyle bir anı ne zamandır bekliyorduk. Elele tutuştuk ve kalktık, cebimizdeki paranın tamamına yakınını da hesap olarak ödedik. Yenişehirden Kızılay’a oradan da Tandoğan meydanına kadar yürüdük. Sanırım hayatımın en romantik en güzel yürüyüşüydü, geceyi yaşadık doyasıya gelecek planları kurarak. Vakit iki gibiydi eski AŞTİ’ye vardık, burada hep çok güzel dakikalarımız geçmişti, tatil dönüşleri Bandırma’dan geleceğinde ben karşılardım otogardan, müthiş güzeldi her anı ya.
Cepte para yok, belki bir kaç çay ve simit bütçemiz var, bir kaç tane de EGO biletimiz. Sabahlayıp fakülteye gideceğiz.
Uykumuz gelmeye başlamıştı, yolcu bekleme salonunda oturuyorduk insan manzaralarının arasında. Hoş çevremize pek dikkat edecek halimiz yoktu ama yurdum insanı ziyadesiyle enteresan, hüzünlü ve bazen de komik resimler çiziyordu ortama. Belli ki orayı mesken tutmuş müdavimler de vardı, Allah bilir ya Hülya çok güzel bir kızdı, aşığım yahu elbet bana dünya güzeli ayın ondördü amma harbi güzeldi. Ufaktan kıskanıyorum, gözlerim insansız hava aracı gibi sorti yapıyor özellikle bitirim kılıklı heriflerin bölgelerinde. Sabit oturamıyoruz ki, ortalama her iki saate bir temizlik anonsuyla boşaltıyorlar ve geçici aşk lokasyonumuzu kaybediyoruz. Her seferinde ailelerin arasına konumlanıyordum. İçimiz geçmiş sabaha karşı uyumuşuz, kokusu halen burnumda canımın, öyle huzurlu bir uykuydu ki yazılamıyor işte, ne diyem ? nasıl anlatam ? Üşümeyelim diye ben üstüne ceketimi örtüyorum, o ellerimi ısıtıyor, sağımı solumu kavramaya çalışarak vücuduyla yorgan olmaya çabalıyor, duygularımızın dinlediği yok bizi, aşkın doruğundalar.
Olmaz böyle güzellik, olmaz böyle mutluluk, olmaz böyle sıcaklık, harikaydı.
Sonrasında otogar palace birkaç kez daha kollarını açtı aşkımıza, fondaki “ İstanbul İstanbul, hemen kalkıyor abi, hadi Eskişehir, Konya Konya “ müziğinin eşsiz ritmlerinde.
Halen düşünürüm uyurken neredeydi ruhlarımız ve neyin peşindelerdi ... ?
Mehmet Çağatay Ünlütürk