OKUYANLARA BAK

 

            Babam lisede okurken edebiyat öğretmenleri okumak yazmak konusunda bir soruşturma yapmalarını istemiş. Babam da güldürücü düşündürücü bir yazı yazmış. Bana onu gösterdi. Çok hoşuma gitti. Sana da ileteyim. Hoşuna gideceğine eminim. Yazı şu:

            “Öğretmenimiz okumak yazmak konusunda bir soruşturma yapmamızı istedi. Arkadaşlarımın çoğu öğrencilerle konuşmuşlar. Ben büyüklerle konuşayım, gerçekten okur- yazar olup olmadıklarını ortaya çıkarayım dedim. Öyle ya. Okur- yazar geçinenlerin çoğu okumaz yazmaz, sözde okur -yazarlardır. Televizyon, video, bilgisayar, cep telefonu okuyup yazanları azalttı. Okumak yerine televizyon, video seyrediyorlar, mektup yazmak yerine telefonla konuşuyorlar, mesaj çekiyorlar. Eskiden ne güzel bayram, yılbaşı kartları gönderiyordu herkes birbirine, mektuplar yazıyordu sevgi dolu, özlem dolu. Bu güzel alışkanlıklar birer birer kayboldu. Böyle zahmetlere katlanamıyor kimse.

            Neyse, ben okuyup yazanlar hâlâ var mı, okuyup yazıyorlarsa ne okuyorlar, ne yazıyorlar diye aramak, araştırmak için çıktım yola, selam verdim sağa sola. Az gittim, uz gittim. Derken sosyetik Neriman hanımla karşı karşıya geldim. Yani bağa girdim ay çıktı, karşıma  “sosyetik” adıyla “neri” hanım çıktı. Sorduğum sorulara verdiği yanıtları duyunca aklım başımdan çıktı. “Kitap okuyor musunuz?” diye sorunca çıngıraklı bir kahkaha attı:

            “Ay vallahi, ben okumayı çok severim. Her gün magazin gazetelerini, dergilerini okumadan içim rahat etmez. Artistlerle ilgili haberleri, dedikoduları satır satır ezberlerim. Anladın mı şekerim?” diye zilli bir yanıt patlattı.

            “Kitap okuyor musunuz, kitaplarla aranız nasıl?”

            “Magazin haberlerini okumaktan düşüyorum bitap, onun için okuyamıyorum kitap mitap! Kitap sayfaları beni korkutuyor. Kitap yerine yutmalı bir hap” diye fıkırdadı.

            “Sen onu benim kuyruğuma anlat” diye miyavladı sarman kedi.

            Neriman hanım yüzünü buruşturdu, saatine baktı:

            “İşim acele. Berberimle, terzimle randevum var. Arkadaşlar da konkene bekliyorlar. Hadi çav, bay bay! Bunu saymam, gene beklerim. Tamam mı şekerim” deyip gitti.

            Böylece sormak istediğim sorular başlamadan bitti.

            Politikacı Dursun Gürel’i gördüm. Hemen yanına gittim.

            “Son günlerde neler okuyup yazıyorsunuz?” diye sordum.

            “Ben çok okurum, diye başını salladı. Maval okurum, masal okurum seçmenlerime. Meydan okurum rakiplerime. Canına okurum düşmanlarımın. Hariçten gazel okurum.”

            “Bu kadar çok okumayın. Gözleriniz bozulur sonra! Neler yazıyorsunuz?”

            “Söylev yazıyorum. Başa geçince neler yapacağımı, rakiplerime nasıl çamur atacağımı, pardon, onlarla neler tartışacağımı yazıyorum, yazdırıyorum.”

            Baktım nutuk atacak, hemen yanından uzaklaştım. Kendisine iyi okuyup yazmalar dileyerek türkücü İsmail Acılıses’in yanına yanaştım. Okumaktan söz edince sayın Acılıses bülbül gibi şakımaya başladı:

            “Türkü okurum, uzun hava okurum, arabesk okurum.”

            “Gazete, dergi, kitap okumaz mısınız?”

            “Kadı kitap gibidir, çevir çevir oku demiş atalarımız. Espri yaptım. Film, klip, kaset çalışmalarımdan okumaya fırsat mı var canım. Adamlarım önemli yazıları okuyuverirler, özetini anlatırlar, böylece rakiplerim hakkımda neler demiş, eserlerim tutuluyor mu, hepsini öğrenirim. Bu dünyada olup bitenden haberim olur böylece.” Dedi.

            Ne diyeceğimi bilemedim, yutkundum.

            Zaten o da kaset provası olduğunu söyleyerek son model arabasına bindi, gitti.

            Kadir Mutlu yaptığım soruşturmayı duyunca sağına soluna baktı, kulağıma:

            “Okuyan insanın başı derde girer. Yıllarca okul sıralarında dirsek çürütürsün, okulları birincilikle bitirirsin. Ondan sonra da iş bulamazsın, bulsan bile asgari ücrete talim edersin. Benim gibi çekirdekten yetişir, bir an önce iş, meslek sahibi olursan köşeyi dönersin. Vaktini kitap okumak gibi fuzuli şeylerle harcayacağına, çok para kazanmanın yollarını araştır oğlum. Bak ben okumadım ama emrimde bir sürü okur-yazar çalıştırıyorum. Devir okuma yazma değil, bakma, görme, işini bilme devri” diye fısıldadı.

            Veli Dayı her gün okuduğunu söyleyince merakla neler okuduğunu sordum.

            “Yatmadan önce iki kulhuvallahi, bir Elham okurum. Nazar değmemesi için nazar duası okurum. Hastalanırsam kendimi hocaya okuturum” dedi.

 

            Ben okuduğu kitapları sorunca kızdı:

            “Hepimizin okuması gereken bir tek kitap vardır. Her şey onun içindedir. O varken başka kitaplara gerek yoktur. Kutsal kitabımızı herkes okumalıdır” diye bağırdı.

            Baktım, karşıdan ünlü yazar Orhan Çokyazar geliyor. Hemen onun yanına koştum.

            “Sizin okuduğunuz kitap çoktur değil mi?” diye sordum.

            “Ben yazarım oğlum, okur değil, dedi. Yazdıklarımı bile doğrudürüst okuyamıyorum. Bana  böyle sorular sormayın, kızıyorum. Yazmaktan okumaya fırsat bulamıyorum ki. Şu anda yayınevinin ısmarladığı kitabı yetiştirmeye çalışıyorum. Ödül alma sıram geldi. Bu kitap bitince yeni bir kitaba başlayacağım. Su akarken küpünü dolduracaksın, şey , okuyucu bolken yazacaksın, ilgisini canlı tutacaksın. Modan geçince ne kadar güzel yazarsan yaz, yazdıklarını kimse okumaz. Yeri gelmişken söyleyeyim. Genç yazarlar boşuna kitap yollamasınlar bana.. Hiçbirini okuyamıyorum. Okumak bir yana, kapaklarını bile açmıyorum. Çabalarına acıyorum. Kitaplarını okuyacak olanlara yollasınlar. Başka sorun yoktur herhalde.

Yazma zamanım geldi, hemen masamın başına geçmeliyim”.

            Baktım, ünlü yazarımız bir “hoşça kal” bile demeden uçup gitmiş. Arkasından iyi uçmalar diledim kendisine. Gide gide Cemil Kenar beyin yanına geldim.

            Cemil bey omzumu okşadı:

            “Kitap okumak iyi bir şeydir. Okumalı okumalı gene okumalı, diye elini salladı. Çocuklarım okusun diye bol bol resimli kitaplar, ansiklopediler alıverdim. Test kitaplarını eve yığdım. Güzel bir kitaplık yaptırdım, içine ciltli kitapları sıraladım. Ama okumuyor keratalar!”

            “Ne yapıyorlar?”

            “Televizyonun, videonun, bilgisayarın başından kalkmıyorlar.”

            “Siz de bunları sokmasaydınız evinize.”

            “Olur mu canım, ben ne yapacağım sonra?”

            “Yani hiç mi okumuyorsunuz, aldığınız güzel kitaplar, yaptırdığız kitaplık boşuna mı?”

            “Boşuna olur mu canım? Dekor oluyor hiç olmazsa. Küçükken bana okuma alışkanlığı vermediler ne yazık ki. Ağaç yaş iken eğilirmiş. İşte bunun için çocuklara, gençlere haftada bir kitap okumayı mecbur etmeli. Okuyup okuduğunu yazmaz, anlatmazsa harçlığını kesmeli, yazana, anlatana hediye, ödül vermeli. Bence memleketimiz böyle kalkınır. Her şeyin başı kültürdür. Bit kütüphane açan bin hapishane kapatır.”

            “Bu dediklerinizi çocuklarınıza uyguluyor musunuz?”

            “Söz dinlemiyorlar ki. Anaları şımarttı bunları.”

            “Âleme verir talkını, kendi yutar salkımı” diye bir atasözümüz var. Sizin durumunuz ona benziyor biraz.”

            Cemil bey başını önüne eğdi, yavaşça yanımdan uzaklaştı.

            Derken ünlü şarkıcımız Seda Okuyan’a  rastlamayayım mı!

            Sorumu duymuş olmalı ki, dudaklarını büzdü, konuşmaya başladı:

            “Daha çok fantezi eserler okurum efem. Nota okumasını pek bilmem ama kulağım iyidir. Kitap okumak mı? Çok şakacısınız ayol. Televole proğramından mı geliyorsunuz yoksa? Anladım! Gizli kamera şakası yapıyorsunuz. Nereye televole diyeceğim, el sallayacağım taraf  neresi? Ne dediniz? Ciddi misiniz! Geçenlerde bir kitap okuyayım dedim. Oliver Tivist adlı bir kitap geçti elime. Tivist dansından söz ediyor sandım ama kitabın içinde bir satır bile danslı bir sahne bulamadım. Böylece boş bir zamanım ziyan oldu.”

            “Hiç mi okumuyorsunuz?”

            “Gençliğimde, şey yani, daha gençken beyaz dizileri, pembe dizileri okurdum. Televizyon dizileri çıkınca onları okumayı bıraktım. Diziden diziye atlıyorum. Böylece kitap okumuş gibi oluyorum. Bir zamanlar deli gibi aşk romanları kurdum. Çok şükür o hastalığım geçti, iyileştim. Sorduğuna göre senin hastalığın devam ediyor galiba.”

            “Hasta ettin sen beni hasta

            Senin yüzünden gençler yasta!” diye mırıldandım.

            Bir araba geldi, Seda hanımı yanımdan aldı, gazinoya götürdü. Arkasından bakakaldım. Derken kendime gelip yürümeye başladım. Emekli memur İsmet bey beni durdurdu. İçini çekerek hüzünle yüzüme baktı:

            “Çocukken derslerine engel olur diye kitap okutmadılar. Gençliğimde yasak kitap okur, başı derde girer dediler kitap okumamı istemediler. İş bulma, çalışma, ev geçindirme, çoluk çocuğa bakma, para kazanma derken gene kitap okuyamadım. Zaten borç içinde yüzüyordum, kitaba ayıracak para bulamıyordum. Emekli olunca vakit bulur okurum diye düşündüm. Bu sefer de gözlerim bozuldu, okuyamaz oldum.

            Benden sana tavsiye. Kitap okumayı erteleme. Zamanında oku. Kimseyi dinleme. Oku oku, budur sonu diyenlere aldırma. Kendi sonlarına baksınlar onlar. Okumanın sonu yoktur. Onu mu okuyayım, bunu mu okuyayım diye oyalanma. Eline ne geçerse oku. En kötü kitapta bile yararlı bir şey vardır. Tabii okumasını, ders almasını bilirsen” dedi

 

( Okuyanlara Bak.. başlıklı yazı ERHAN TIĞLI tarafından 31.03.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu