Babaannem, okuması ve yazması olmayan fakat ezberi, pratiği ve deneyimleri engin bir insandı. Dedesini Balkan, babasını Çanakkale savaşında; annesini de bir hastalıktan genç yaşta kaybetmiş olduğundan yine kendisi de çocuk denilecek bir yaşta evlendirilmiş hayatı acılarla, çilelerle geçmiş; bilhassa 2. Dünya savaşının kıtlık yıllarında yoksulluğun her türlüsünü yaşamış bir kadındı. Birçok hastalığa iyi gelen şifalı bitkileri bu gün Tv. Ekranlarında yırtınan birçok insandan daha iyi bildiğinden Şerife Teyze aynı zamanda köyümüzün de sayılan ve sevilen bir doktoru idi.
Çocukluğumda, babaanneme çok düşkündüm. Onunla konuşmak, onun anlattıklarını dinlemek için peşinden ayrılmazdım. Tv. Bir yana Radyonun bile lüks olduğu o yıllarda okuyabildiğim gazeteler ise eve şeker torbası olarak giren kese kağıtlardan ibaretti.. O kese kâğıtlarının içindeki şekerler bittiğinde, kese kâğıtlarını hamur mayası ile yapıştırılmış yerlerinden yırtmadan özenle açar; aylar, bazen de yıllar öncesinin haberlerini büyük bir heyecanla okurdum. Yine bir gün böyle bir gazete parçasında, ormanlarımızın büyük bir hızla tükendiğine, çıkan bir orman yangınında binlerce ağacın kül olduğuna ilişkin bir haber okudum. Babaannem ocakta pişen yemekten sonra kalan küçücük odunları bile ocağın külüne gömerek söndürürdü. Annem veya yengem o küçük ösö’leri söndürmeği unuttuğunda, kızarak ansızın yerinden kalkar, “söndürün şu ösöleri gâvurun malı çoğalıyor” diye söylenip dururdu. Belki de babaannemin tek kızdığım yanı bu davranışıydı. Evimizin önündeki odun yığınlarında önceki yıllardan kalma odunlar kuruyup gazel olurken, tarlalarımız odunluk ağaçlarla dolu iken, bu günkü Atatürk Devlet Hastanesinin olduğu yerde “ Meşe Dağı” dediğimiz kendi küçük ormanımızda yıllarca kessek ve yaksak bitmeyecek kadar çok ağaçlar gökyüzüne doğru boy atarken, babaannemin bu cimriliğine bir türlü akıl sır erdiremez, içten içe öylesine çok kızardım ama bazen korktuğumdan, bazen de çok sayıp, sevdiğimden sesimi dahi çıkaramazdım. O gün o küçük haberi okuduğumda babaannem çok üzüldü.. Gözleri dolu, dolu “oğlum gâvurun malı çoğalmadı, gâvur şimdi zengin oldu” diye hüzünlendi. Babaanneme o günde çok kızdım.
Yıllar sonra ormanların önemini öğrendikçe, babaanneme ne kadar büyük bir haksızlık ettiğimi anlıyorum. Ben babaanneme çocukça yaptığım düşünce hatasının hesabını vicdanıma verebiliyorum. Bir küçük dal parçasının bile lüzumsuz yere yanmasına rıza göstermeyen babaannemi hayırla ve rahmetle yâd edebiliyorum. Bu gün sorumsuzca kendi çıkarları uğruna milyonlarca ağacı kesip, yakıp, yıkıp yok edenler; her fırsatta siyasi emellerine alet etmek için kaypak dillerinden düşürmedikleri “Ormanlarımdan izinsiz bir dal kesenin boynunu keserim” diyen Fatih Sultan Mehmet’e; ``Kıyametin kopacağını bilseniz dahi elinizdeki fidanı dikiniz´´ diyen son peygamber Hazreti Muhammed’e; “Yaş kesen baş keser!” diyen bir kültürün mirasyedileri; Müslüman geçinip de ağaç katliamına seyirci kalanlar, bu katliamlara karşı duranları tomalarla, polislerle durdurmaya çalışanlar, bunun hesabını kendi yosunlu vicdanlarına veremeyecekleri gibi her iki cihanda da nasıl verebilecekler ve nasıl yâd edilecekler acaba? Ah babaannem ah! Gâvur çoktan zengin oldu. Şimdi gâvuroğlu gâvurlar zengin oluyor. 12.04.2014 / SİNOP
Mehmet YAŞ