ANNE,
“OCAK ÇOK ISINDI” / Röportaj
Yüzlerin gülmediği, alın terinin toprakla buluştuğu, kömür tozlarının insanları savurduğu, yaşamın
karalara bağladığı Soma’da şimdilerde ocaklarında yas var. Anaların elleri ölen
evlatları için havada... İsyan kimeydi? Tanrıya mı, yoksa maden ocaklarında
önlem almayanlara mıydı? Eğer isyan Tanrı’ya olsaydı, Tanrı hiçbir zaman
kullarına “Birbirinizi öldürün, yaptığınız işlerde önlem almayın,
işinizde hilekârlık yapın, doğayı kirletip, dere kenarlarına ev yapın veya
eksik malzeme kullanarak evleriniz depremde yıkılsın” demezdi…
O bir anne… Yaşamında hem de üç kuşak madenci görmüş bir
anne… Babası, kocası ve oğlunun maden
ocaklarının tozlu tenlerini yıllarca temizlemiş… “Hakkını helal et”
sözcükleriyle her sabah yerin metrelerce altına uğurlayıp, akşam, iş dönüşüne kadar düşünceleri kömür karasıyla yoğrulan
anne… Kazanın meydana geldiği şirketin
başka bir ocağında çalışan oğlunun, işinden kovulmaması için isminin açıklanmasını
istemedi. Evet, adının ne önemi var ki… O, yalnızca hepimiz gibi, yüreği ölenlere yanan, kurtulanlara sevinen,
geride kalan yetim ve dulların ise gelecekte neler yapacaklarını düşünenlerden
birisi…
Ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılara şifa ve tüm ülkemiz
insanlarına da sabır dileyerek sorularıma başlamak istiyorum.
E.E. Soma’da olayı
duyduğunuzda neler hissettiniz? Ocaklarda sizin de çalışan yakınınız var
mıydı?
S.
E. B.
Evet ben, madenci kızı, eşi ve annesiyim. Oğlum aynı şirketin başka
bir ocağında çalışıyordu. Komşum o gün oğlumun servisini kaçırdığını
söylediğinde elinde oğlumun çantası vardı. Hemen oğlumu sordum. Komşumuz, ‘madende
kaza oldu’ deyince, ‘oğlum öldü’ diye içim yandı. Bayılacak gibi oldum. Daha sonra
oğlumun ocağında olmadığını öğrenince dünyaya yeniden gelmiş gibi oldum. Ya
ölenlerin yakınları kim bilir nasıl yanıyordur. Onları düşünmek bile insana
ıstırap veriyor.
E.E. Kazadan sonra oğlunuz ile görüştünüz mü? Size neler dedi?
S.E.B. Evet konuştuk. Bizler gerçekleri birinci dereceden gördük ve
yaşadık. Oğlum ölen ve yaralıların yakınlarıyla birlikte ocaktan ceset
çıkaranlardandı. Hala şokta, sizinle konuştururdum ama inanın kendinde değil. Oğlum,
şirketin üç yıldır yeni bir direk kasa bile almadığını ve bu kasaların ocağın
bel kemiği olduğunu söyledi.
E.E. Kazanın ardından şirketin
çalışma koşulları, teknik durumları, sendika vs konularında madenciler yakınmalarını
kamuoyu ile paylaştılar. Bir tanesinde Erdoğan’ın Mitingine işçilerin yemek fişlerini
alarak topluca götürüldükleri söyleniyor, bu doğru muymuş?
S.E.B. Oğlum bu kazanın oluşundan
bahsetti. Madenler devletin elindeyken ocağın kapatılmış olan yerinde ‘ayak’
denilen bir yan bölümü varmış. Burada gaz yoğunluğu çok olduğu için işleri
riske atmamak için kapatmışlar. Ancak açgözlü özel sektör, o bölgenin altında kömür kalmasın diye kömürü
çıkarmaya başlamışlar. Uzun zamandır da alıyorlarmış. İşte bu içten içe yanan
gazlı kısım üstlerine çökmüş.
Erdoğan’ın miting olayına gelince, oğlum AKP’li olmamasına
rağmen zorla mitinge götürmüşler. Ellerinden yemek fişlerini bile almışlar…
E.E. Çevrenizde ölen madenci oldu mu?
S.E.B.
Olmaz mı? Karşı komşumuzun oğlu anacığına ne söylemiş
biliyor musunuz? İşte bu söz her şeyi açıkça ortaya seriyor. “Anne ocak çok ısındı, birkaç gündür
korkuyorum” demiş. Komşumuzun oğlu 32 yaşındaydı. İsmi de Ercan CEZELİ.
Gece saat birden sonra cesedi ilk çıkarılanlar arasındaymış. Nur içinde
yatsınlar!
E.E. Yörenizdeki maden ocakları devletin elindeyken böyle kazalar
olmuş muydu? Oğlunuz tekrar madene gidiyor mu? Duyguları nasıl?
S.E.B. Ben üç kuşak madenciyim.
Kesinlikle on madencinin bir arada öldüğünü görmedim. Özel sektör maalesef çalışanların kanını
emdi! Devletin elindeyken böyle büyük
kazaları pek görmüyorduk. Ufak tefek bireysel kazalar oluyordu. Bir keresinde
eşimin çalıştığı dönemlerde işçiler arasındaki bir inatlaşmada işçi şuurunu
kaybetmiş ve baskıya dayanamadığı için şefinin kafasına baltayı indirmiş, adam
kurtulamamış.
Bu bölgede madenden başka bir iş yok ki… Oğlum kazanın
ertesi günü çalıştığı madene mecburen gitti, ama yetkililer, ‘Haziran’ın birine
kadar çalışılmayacağını’ söylemişler, oda geri geldi. Morali çok bozuktu… Umarım çıkartmazlar.
Mesleği de yok ki başka yerde çalışsın. Ayakları gitmez oldu. Doğru düzgün yemek yemiyor. Şimdi de kuş kadar
bir şey yiyor.
E.E. Sendikalar konusunda oğlunuz neler diyor?
S.E.B. Geçenlerde sendika seçimi
olduğunu söylemişti. Çocuklarımız helal lokma yesinler diye her eziyete kızmış
olsalar da, sesleri çıkmazdı. Sendika
seçimlerinde oğlumun eline üç isim vermişler, ‘buna atacaksınız’ diye. Yani sendikada seçilecekler zaten
önceden belliymiş.
E.E. Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?
S.E.B. Ne söyleyim ki, içimiz
yanıyor. Dilimiz tutuldu. Acımız çok büyük. Soma’nın içinde cankurtaran ve
feryat sesleri kulaklarımızı tırmalıyor. Herkesin morali çok bozuk… Bu acıdan
biraz olsun uzaklaşmak için kızımın yanına gittim. Ama yetkililere şunu sormak isterdim: “Soma
Kömür İşletmeleri devletin elindeyken nasıldı? Özelleşince nasıl oldu? Bunu
araştırsınlar. Soma’da üç kuşak madenci var. Emekli olmalarına rağmen hayat
şartlarından dolayı halen çalışanlar bile var, onlara sorsunlar.
E.E. Hepimizin başı sağ olsun… Geride kalanlara da sabır diliyorum…
S.E.B. Sağol…
Yazımı tamamlayıp üzgün
adımlarımı şehrin içine yönlendiriyorum. Kulaklarımda hala, sedyeyi kirletmemek
için kömür tozuna bulaşmış çizmelerini çıkarmak isteyen yaralı madencinin
sözlerinde… Genelde soluklandığım ve sohbet ettiğim köşe başındaki “Bozacı”
dükkânına giriyorum. Havaların ısınmasıyla boza bardakları ortalıkta
görünmüyordu… Kasada Milli Piyango makinesinin başında Yüksel BAŞKIRAN ağabey
duruyordu. Kendisi ile daha önce yaptığım sohbetlerde kömür madenlerinden çok
bahsetmişti. Bir kış boyu yerin metrelerce altındaki anılarını ilgi ile
dinlemiştim.
Bir ara gelen müşterilerden fırsatını bulup, yanıma
oturduğunda konumuz Soma’daki maden ölümleriydi…
Konuşmamızda acı vardı,
Hüzün vardı,
İhmaller ve bir daha bu tür ölümlerin yaşanmaması için ‘neler
yapılabilir’ konuları vardı…
İlk sorumu yönelttim:
E.E. Zonguldak
madenlerinde çalıştığınız dönemlerde şartlar nasıldı?
Y.B.
Koca yirmi altı yıl çalıştım ama çalıştığım
dönemlerde böylesi toplu ölümleri yaşamadık.
Madenler devletin elindeydi. Güvenlik en ince noktasına kadar o günün
teknolojisine göre kontrol edilirdi.
Mühendisler sürekli madende gaz olup olmadığını rapor ederlerdi.
E.E. Çalışmaya başladığınız ilk gün ocağa inerken korkmadınız mı?
Y.B.
Hiç korkmadım. O zamanlar tığ gibi
delikanlıydık. Maden yöresinin insanları ölümden korkmazlar. Ölümü
kabullenmişlerdir yaşarken.
E.E. Soma’da meydana gelen maden kazası için neler söylemek
istersin?
Y.B. Önce ölenlere rahmet,
yaralılara şifa, yakınlarına da Allah’tan sabır diliyorum. Çalışan
meslektaşlarım orada pisipisine öldüler. Eğer o madenler devletin elinde olsa
veya devletçe gerçekten iyi denetlenip, takip edilseydi, bunlar yaşanmazdı. Basından izlediğim
kadarıyla madende yaralı olarak kurtulanlar, kömürün ocağın bir bölümünde içten içe
yandığını, söylediler. Yahu o firmada hiç mi mühendis yoktu? Olup biteni hiç mi
kontrol etmediler? İşçiler sendika yetkililerine söylemediler mi, yazmadılar mı?
Mühendislerin kontrol ettiği gaz oranları, raporlarına yalan - yanlış mı yazıldı? Bunları
da inceleyecek tabi ki savcılardır. Sensörler yanma işaretini verdiğinde yanan
bölgede hemen önlem alınıp, betonla kapatılsaydı, bugün ölen olmayacaktı. Yazık oldu yazık!
E.E. Biraz da ocaklardaki yaşamından bahseder misin?
Y.B. Madenlerde çalışmaya indiğimde
her şeyi unutur, işimize odaklanırdık. Burada küçük bir hata bile hayatımıza
mal olurdu. Ter içinde kalırdık. Öyle yerler vardı ki, bazen katırları
kullanırdık. (Güldü) O yıllarda kadrolu katırlarımız bile vardı. Onlar genelde
hep yerin altında kalırlardı.
E.E. Katırların yer altında kalmaları Hayvan Haklarına aykırı değil
mi?
Y.B. Anlattığım dönem eski yıllardaydı. O zamanlar
hayvan hakları diye bir şeyi ne devlet ne de toplum bilirdi. Yer altında
ağırlar vardı. Katırlar burada kalırdı.
Onlar yalnızca bayram günleri dışarı çıkarılırdı.
Solgun benizli, zayıf bir adam oynadığı ‘şans topu’ kuponunu
uzatıp sonucu öğrenmek istediğinde, madenlerin duayeni Yüksel BAŞKIRAN kuponu
makineye tuttuğunda, öten sesle birlikte, “Üzgünüz” yazısı hepimizin
duygularını yansıtıyordu…
Üzgünüz ölümlere,
Kızgınız ihmallere,
Umutluyuz geleceğe…
Ertuğrul Erdoğan
25 Mayıs 2014/ Bursa