BUYURUN “NİHAVEND FASLI”NA
Bazen bir toplulukta söz dolaşır gelir, konu müzik oluverir. Müzik deyince insanın ister istemez şöyle ya da böyle ilgi alanına girer. Bazıları söyler, bazıları çalar, bazıları sözlerini yazar, bazıları da can kulağı ile dinler. Aslında bu ‘bazıları’ çoğaltılabilir.
Benim burada asıl yazmak istediğim bazıları değil; bizzat yazılmış, bestelenmiş ve bir koro oluşturulmuş, bu koro ile yedi ay titiz bir şekilde çalışılmış, sonunda da gururla biz dinleyiciler karşısına “Nihavend Faslı” adlı bir konserle çıkılmış olması.
Biz dinleyiciler diyorum çünkü her ne kadar müziği sevmiş olsam da söylemek, hele hele de Türk Sanat Müziği söylemek başlı başına bir meziyet ister. İşte sırf bu nedenden bile olsa böylesi güzel bir konsere sesleri ile sazları ile hayat veren tüm koro çalışanı ve çalıştıranını baştan kutlamak, tebrik etmek istiyorum.
Burada bir itirafta bulunmak istiyorum. 20 Mayıs akşamı Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği (TDED) Çorum Şubesi bünyesinde faaliyet gösteren Türk Musikisi Topluluğunun konserini izlemek için Tiyatro Salonuna, ALSANAT(Altın Leblebi Kültür, Sanat, Hobi Derneği) adına davete icabet etme için giderken; şöyle düşünmüştüm. Şimdi milletin topla, popla uyutulduğu bir zamanda bu konsere kim kalkar da gelir…
Bazen yanılmış olmak da insana tecrübesine tecrübe katar ki; bu tecrübemde böyle elde edildi. Vardığımda salon tıklım tıklımdı. Sırf yanıldığımın ezikliği ile geri dönmeyip zar zor bir yer bulup oturdum.
Program sunucusu genel bir konuşmadan sonra DED Başkanı Turhan Candan’a açış konuşması için mikrofonu verince; başkan, dernek hakkında az ve öz bilgi verip esas sözü koroya bıraktı.
Artık herkes pür dikkat korodan nihavend faslı eserler dinlemek için sabırsızlanıyorlardı.
Her biri bir diğerinden güzel eserler seslendirilirken koro ve saz ekibi tam bir profesyonel ekip görüntüsü vermekteydi.
Sazlar ayrı ayrı taksim geçerken dinleyicileri bir başka âleme götürdüler.
Bu güzellik içinde bulunurda ilham gelmez mi insana?
Solist olarak çıkan arkadaşım Adem Arslan, sen bir ömre bedelsin şarkısını söylerken içimden şu duygular geçti: ÂLEM BİLSİN
*Âdem Arslan’a
Bilmediğim ne cevher varmış sende
Şahsına bir kez daha hayran kaldım
Dört dörtlüktü arkandaki sazende
Dinlerken daha; ne hülyaya daldım
“…Sen bir ömre bedelsin” diyorsun ya;
Hakikat şu: Sen, bir ömre bedelsin
Nasılsa son bulacak fani dünya
Âdem’deki güzeli âlem bilsin…
İkinci bölümde de aynı duygu eksilmeden devam etti. Bir başka arkadaşım Hikmet Şahinbaş’ın musikiyle ilgilendiğini bilmeme rağmen bir kez olsun dinlememiştim. Demek nasip bu güne imiş. Dinlemesine dinledim, dinlemekle kalmayıp gıpta ettim başladım yazmaya:
GIPTA ETTİM
*Hikmet Şahinbaş’a
İnsan konup göçer dünya hanında
Çırak kalfa olur usta yanında
Yedi aylık çalışmanın sonunda
İcabet ettim “Nihavend…” davete
Gıpta ettim Şahinbaş’ım Hikmet’e
Tamburisi, neyzeni ve udisi
Bayan, erkek, sazendeler… Hepisi
Gönüllere işlediler nefesi
İcabet ettim “Nihavend…” davete
Gıpta ettim Şahinbaş’ım Hikmet’e
Öğütür bizleri felek çarkında
Bir ben değil cümle âlem farkında
“Gördüm seni…” derken uşşak şarkında;
İcabet ettim “Nihavend…” davete
Gıpta ettim Şahinbaş’ım Hikmet’e
Bu muhteşem güzellik karşısında söylenecek çok şey var aslında ama hepsini biz söylemeyelim istiyorum. Zaten benden önce de yazanlar yazmış.
Sayın Halit Yıldırım “Bir Nihavend Faslı” başlıklı köşe yazısında “Tabiatın yapısında vardır müzik... Rüzgârı dinleyin, yağmuru dinleyin, denizdeki dalga seslerini dinleyin, kuşları dinleyin. Hepsi farklı bir şarkıyı terennüm eder. Bu terennüm herkesin kendi lisanındadır. Rüzgâr rüzgârca, kuşlar kuşça… İnsan ise bu sesleri gönlüyle duyar ve gönül telindeki titreyişinin nağmelerini şarkılarla, türkülerle ifade eder. Her duygunun ayrı bir ezgisi vardır onun gönül hanesinde... Gönülden gönüllere bir bahar meltemleri gibi esen musikinin bu esrarlı sesi bir çok insanı etkiler” demiş ve çok değerli bestekârlarımızdan Üstad Amir Ateş’in musiki için dediği “En güzel, en ulvi duyguları bir ahenk haleti içinde duyuşumuza aksettiren, bizi zaman zaman neşelendiren, zaman zaman hüzünlendiren, hele yüce Rabbimizin "kalu bela" dediğimiz o âlem-i ervahta, ruhlara "elestü bi-rabbiküm" hitabıyla o tarifi imkânsız bir sadâ ile soruşundan, ruhların da âdeta mecnun bir hâl içinde, o güzel ahengi, o güzel sadâyı aramalarından ibaret olan bambaşka bir duygudur" sözünü alıntılamış ki; bu söz üstüne söz söylemek haddim olmasa gerek.