Zehri kendi damarına akıyordu sorgusuz
Hani mavi yeşil manzaranın esiriydi topraklar
Bereketi boyundan büyük
Hayaller boyu ağlardı dudakları
Bitmeyen acıların
Mevsim mevsim dökülen saçlarında
Ve iki gamze çukurunda birikir yaşları
Gün gelir savrulsun yapraklara diye
Ellerine tutuşturduğu yamalı basmalarla
Bez bebeklerin rüyası olmaz derdi
Tarifini henüz yapamadığı duygularına
Çocukluk oyunları devşirdi kadınlığı
On beşindeymiş gibi bez bebek sardığı bebeğiyle
Uğraşıp durdu
Gövdesine dik gelen rüzgârlarla
Naif bir isyanı tütsülerken yüreği
Lisanı bilinmedik bütün dillerde
Eylemsel bilançolar tuttu bilekleri
Bir yalnızlık düştü ellerine
İsyan kokan sokaklarda gezinirken kahrından
Kirletirdi gecenin koyusunu gözleri
Bazen susmak yakışır insana en azından diye
Sevişirdi rüzgarla bütün yalnızlığı
Kırarken kalbinin bütün kilitlerini
İzini bıraktığı bütün zamanı koydu sinesine
Adı hüzün bütün sokaklardan geçti sessiz ve yalnız
Buram buram gözyaşları sır tutardı avuçlarında
Gecelere sürürken ağlamaklı telaşlarını
Olurda sonbaharda sarar saklanırken umutlar
Ağlardı
Bir adım ötede yalnızlığıyla
Yazdığı her mısrada özledi aşkı
Kesişsin diye diledi bütün yollarını
Ihlamur kokularında terennüm olsun diye
Eskimiş ceketin kol düğmelerini söktü birer birer
Sıcak bir Temmuz akşamında
Ateşböcekleriyle aydınlatırken dünyasını
Aşkı diledi
Varsa yoksa her yer aşk diye…
Âdem Efiloğlu