Hep merak ederdim bu adamlar nasıl
uçuyorlar, nasıl öyle havada kalıyorlar da o kadar yükseklerden aşağıya
bakıyorlar, ödleri de patlamıyor? Belki patlıyor da yoksa çaktırmıyorlar,
bizlere mi söylemiyorlar? Öyle ya, yamaç paraşütü yaparken onların havada ne
kadar korktuklarını ya da korkmadıklarını saptayacak bir mekanizmamız yok ki.
Tam kaldığımız yerin üstünde üç beş tane birden yamaç paraşütü görünce, her
türlü karşı görüşe ve engellemeye, karşı çıkmaya rağmen ben de o yamaç
paraşütüne karşı bir heves oluştu hem beynimde hem de yüreğimde. Mutlaka
yapmalıydım, mutlaka...
Her ne kadar hanım arkamdan ''Bak kafamı bozma seni boşarım'' nidalarını
gönderse de, kendime öz güvenimin daha da sağlamlaşması için ''Yapmalısın Ahmet
sen bunu, yapmalısın mutlaka'' iç sesleri yankılanıyordu ruhumda. İç seslerimi
her zaman dikkate almışımdır.
İki üç gün sonra ve işte tarihi o an gelmiş çatmıştı...
Beraber uçacağımız delikanlı kardeşimiz Nihat bizi gayet samimi ve güler yüzle
karşıladı.
- Selam hoş geldiniz Ahmet Bey.
- Hoş bulduk. Benim bu olayı ilk defa yapıyor olmam umarım ben de ve sen de
sıkıntı yaratmaz.
- Hiç dert etme Ahmet abi ben bundan önce yüzlerce kişiyi uçurdum. Ha üç beş
tanesi düştü sakat kaldı, öldü gitti, birçoğu da senin gibi iyi insandı, her
sene de mezarlarını ziyaret ederiz arkadaşlarla ama üç yüz beş yüz kişide üç
beş kişinin düşmesi önemli değil, dert etme bunu kafanda, hastane ve cenaze
masraflarını firmamız karşılamaktadır.
Aynı anda soğuk duş etkisi ve müthiş bir şok şok şok!!!
- Ne diyorsun sen yahu ben sakat kaldıktan, öldükten sonra hastane masraflarını
ben karşılasam ne olur sen karşılasan ne olur. Ucunda ölüm bile var desene,
izninle ben kaçayım, sizlere de hayatta başarılar ve iyi uçmalar. Uçarken de beni
unutmayın ve ''İnsanlar değilse de kelebekler özgürdür'' şarkısını mutlaka
söyleyin hemi benim canlarım.
Eğitmen gayet sakin elini omzuma koyarak.
- Şaka ya Ahmet ağabey biraz maytap geçelim, kafa yapalım dedik, biz böyle
senin gibi şaka kaldıran ağabeylerimize hep bu şakaları yaparız...
- Ben de anlamıştım zaten de bozuntuya vermeyeyim demiştim Nihat'çım.(Külliyen
yalan)
Daha sonra Nihat kardeşim bir yarım saat kadar uçmadan önce ve havalanırken
neler yapmamız gerektiğini, aşağıya inerken nasıl hareket etmemiz gerektiğini
anlattı bizlere. Paraşütü kendisi yönlendirecekti, biz acemi olduğumuz için hiç
bir şeye dokunmayacak ve kendimizi onun emin ellerine teslim edecektik.
Aklımdan neler geçiyor neler. Acaba şimdiye kadar kaç kişi öldü ya da sakat kaldı
bu sporu yaparken? Ya düşersek, havadayken rüzgâr birden kesilirse, korkudan
altına kaçıran var mı, ben de kaçırırsam aşağıda güler mi herkes? Sorsam mı
bunları tek tek Nihat'a? Hanıma söylesem de indiğimiz yere sağlam temiz külot
getirse bari... Çok soru sorarsam adam da ''Başlarım senin sorularına amma da
ödlekmişsin ağabey sen de.'' derse rezil olmakta var.
Az sonra havalanıyorsun bütün bildiğin duaları okumaya başla Ahmet sen en
iyisi. Üç kulu vallah, bir Fatiha, peşine bir Ayetel kürsi, felak, nas. Hatim
bile indirsen olur yani...
Nihat kardeşimin haydi tam zamanı demesiyle hooop bir an da göklerdeydim. O
anda ilk aklıma gelen şey, ne korku ne de endişe Volkan Konak'ın ''Göklerde
Kartal Gibiydim'' şarkısı oluyor. Çok ilginç, ölüm havalandınız mı zerre
aklınıza gelmiyor. Bir an önce zaman geçse de ini versek ama çok da zevkliymiş,
dedikleri kadar varmış. Yoksa hemen inmesek mi? Oooo rüzgâr kardeş de yanağımı
yalayıp yalayıp duruyor, öbür yanağıma komşu geliyor. Yükseklerde de o kadar
sert esiyor ki...
Nihat'a sesleniyorum havada ''Kaç dakikaya aşağıya ineriz Nihat kardeş.'' Ben
de ki heyecanın yüzde biri bile yok on da haliyle, bu işin profesyoneli olmuş
arkadaş. ''Duruma göre değişir ağabey korktu isen hemen indireyim.'' Erkekliğe
halel getirir miyim pöh!! ''Ne korkması ya hani ne kadar uzun havada kalırsak o
kadar iyi diye şeyttiydim.'' bu da külliyen yalan korkuyorum da ama belli
etmiyorum o hesap. Döndüm Nihat'a ''Sen Giresunlu idin değil mi, o zaman sana
bir Temel fıkrası anlatayım da hava da dinle.'' korkularımı başka tarafa
yönlendirmeye, atmaya uğraşıyorum, fıkra filan laf ola beri gele, fıkra
anlatırsam zaman daha çabuk geçecek yere daha çabuk ineceğim gibi geliyor
aslında. Nihat'ın canına minnet ''Anlat hele ağabey gülmez isem bozulmak yok
ama.'' derin bir nefes alırım ''Temel'e papağanın neden öldü diye sormuşlar.
Evlendim de ondan demiş Temel. Seni kıskandığı için mi? Yok canım ne
kıskanması, Fadime konuşmaya başlayınca, papağana fırsat kalmadı kahrından
öldü.'' Nihat az bir gülümseme ve tebessüm ile yetindi. Sonra döndü bana ''Hah
arkadaşlarına hava da atarsın ağabey uçarken fıkrada anlattım diye.'' Kafaya
takmamak ve aşağıya pek bakmamak stresimizi bayağı azaltmıştı...
Maceralı bir beş on dakika gerçekten müthiş bir adrenalin salgılanmasına yol
açmıştı vücudumda. Böyle heyecanı da her zaman yaşayamazdık. Sakin bir şekilde
süzülerek düzlük bir alana kazasız belasız inmiştik ve de külot ihtiyacı bile
hâsıl olmamıştı. Sonra da kendim ile ne kadar gurur duysam azdır diye gönlümden
geçirmedim değil. Aslan ben, bunu da başarmıştım...
Korkuların yenmiş olmak ve tabi ki eğitmenim Nihat için küçük ama benim için
büyük bir işi başarmış olmak gerçekten gurur vericiydi. Aha da budur havalandık
ama sadece şekil olarak yoksa alçakgönüllülüğümüzü korumak yine de hayat
felsefemizin temelidir. Bundan sonra ki hedefim bangi jamping dedikleri olay,
hani o ayaklarına ip bağlayıp köprüden aşağıya atlıyorlar ya onu deneyeyim
diyorum. Hanıma çaktırmadan yapmam lazım yoksa işler sakat hem vallahi bu sefer
boşar da bir başına kalırım şu dünyada...